ABACI BÜKÜ’NÜN; DÜN VE BUGÜNÜ – 2

ABACI BÜKÜ’NÜN; DÜN VE BUGÜNÜ – 2

Merhaba sevgili sayfa arkadaşlarım…
Dünkü sohbetimizin bitiminde sizlere söz verdiğim gibi kaldığımız yerden sohbetimize devam ediyoruz…
Ancak burada yine peşinen söylemeliyim ki; sizlerle paylaşmak istediğim Giresun’un en eski semt yerleşkelerinden birisi olan Abacı Bükü’nün tarihsel öyküsünü ve kendine has özelliklerinin anlatımını bitiremezsek, mecburen yarında devam edeceğiz…
Çünkü Giresun’da ‘Abacı Bükü’ denilince;(bilenler bilir de, eğer bilmeyenler için söyleyecek olursak) İlk akla gelen şey (eski ismi ile) geleneksek ‘Mayıs Yedisi Şenlikleri’ akla geldiği gibi ardından hiç şüphesiz -formülünü ustasından başkasının bilmediği-‘Abacı Bükü Ekmeği’ gelirdi…
Eh “Mayıs Yedisi” denilince haliyle bu ‘geleneksel yolculuğun’ ne zaman ve hangi tarihte yola çıktığı ve hangi felsefenin ve hangi inancın ürünü olduğu akla gelir…
Acaba yüzyıllardır doğaçlama ve geleneksel olarak bir araya gelinen bu “Mayıs Yedisi” ritüellerinin içerisinde; Hıdırellez ve Hızır’la- İlyas peygamberin ne gibi ilişkileri ve ilintisi vardır?
Eskiden “Mayıs Yedisi” adı altında ‘doğaçlama şenlik” tadında kutlanan bu geleneksel ritüellerin içerisinde acaba Alevi ve Bektaşi inancı olan “Üçler, Beşler, Yediler” inancı var mıdır?
Ki, olduğu görünüyor..
(şimdilik bu konunun anlatımını da daha sonraya bırakıyorum ve bugün ‘Abacı Bükü’nün isim kaynağını ve adını bu yöreden alan o kendine özgü ekmeğinden söz etmek istiyorum.)
1980’li yılların bitimi ve 1900’lü yılların başlangıcı…
O tarihlerde Giresun Kasabası, Trabzon iline bağlı bir kasabadır.
Ve o tarihlerde Bulancak (Akköy) ile Keşap nahiye statüsündedir.
Yine o tarihlerde Şebinkarahisar ve Sivas ulaşım yolu Aksu Vadisi-Dereli üzerinden olmayıp, Kulakkaya Nahiyesi ve Bektaş Yaylası üzerinden yapılmaktadır…
Osmanlı dönemi- Trabzon Salnamesi kayıtlarına bakıldığında;(o dönemin ve salname diliyle özetleyerek yazıyorum)
“Nefs-i Giresun kasabasında pamuk ve tire ve ketenden senede üç dört bin adet peşkir imal edilirmiş”
“Akköy (Bulancak) ve Keşap nahiyesi köylerinde de; kilim, aba ve keten bezi imal edilir ve yapılan imalat fazlası da diğer nahiye ve Şebinkarahisar ile Sivas iline hatta İstanbul’la bile keten bezi, kilim ve aba satışı yapılırmış.”
Yörede dokunan keten bezi veya dokumalardan (yöreye özgü) en iyi “aba-zıpka” diken(Aksu deresinin-denizle buluştuğu yere yakın bir yerde ve adına ‘bük’ de denilen bir düzlükte) sadece 16 hanenin bir arada olduğu küçük bir yerleşkede ‘Aba-Zıpka’ diken ünlü bir terzi vardır…
(Terzinin ismini yazılı kaynaklarda ve sözel araştırmalarda tüm aramalarımıza karşılık şimdilik bulamadık.)
Siz nasıl düşünürsünüz onu bilemem ama; bazen insanın ismi yaptığı mesleğin gölgesinde ve arkasında kalıp unutulabiliyor..
Örneğin;bir kunduracının, çapula ustasının adı Ahmet’tir…
“Çapulacı” veya “Kunduracı” diye-diye ustanın nüfustaki ön adı gölgede kalır…
Ve ismi daha çok “çapulacı” olarak bilinir, öyle seslenilir…
Sanırım (adını bulamadığımız) en iye ‘aba-zıpka’ diken terzinin adı da;”Abacı aşağı, abacı yukarı diye-diye” ön adı unutulmuş!
Hatta bu “Abacı” sözcüğü “ön adının” önüne geçmiş olmalı ki; ikamet ettiği ve kendi mülkiyetinde bulunan yerleşkeye “Abacının Bükü” ve “Abacı Bükü” diye-diye, adres tarifi yaparken dillendire dillendire ve evrile-evrile “Abacıbükü” olarak kayıtlara geçmiş…
Şunu da unutmadan hemen ilave edelim;(eni iyi aba-zıpka diken) terzi; sözünü ettiğimiz vadide ve ‘bük’ yerleşkesinde olduğu için Osman Ağa Çetelerinin ‘Aba-Zıpkasını’da bu (adını bilmediğimiz) “Abacı’nın” diktiği söylenir…
*** *** ***
Şimdi gel-gelelim “Abacıbükünün” ismini ön plana çıkaran diğer özelliğine…
Ve az sonra özetleyerek anlatacağım (özelliği dünyada tek olan) nesnenin tanıtımına geçmeden önce şunu hemen bir parantez içinde belirtmeliyim ki; (“Abacıbükü” yöresinin ismi yıllar sonra değiştirilip “Aksu Mahallesi” yapılmasına rağmen) bu öyküsünü anlatacağımız nesne ismini hala “ABACIBÜKÜ EKMEĞİ” olarak sürdürüyor!…
Ki; bu “Abacıbükü Ekmeğinin” öyküsü de çok ilginçtir…
Şöyle ki; cumhuriyetin kuruluşuyla yaşıt olan bu “Abacıbükü Ekmeğinin” ortakları iki ustadır…
Ortağın birisinin adı; “Hacı Usta” diye ünlenen Hacı Paylan…
Bir diğer ortak ise daha çok “Fırıncı Mehmet” diye ün yapan Mehmet Eynesilli’dir…
Ancak bu işi en uzun sürdüren ve yöre halkı tarafından en çok tanınan isim ‘fırıncı Mehmet’in’ oğlu Rahmi Eynesilli ustadır…
(Görselde paylaştığım fotoğraf Rahmi Ustadır)
Ekmeğin özelliğine, güzelliğine ve ilginç olan (söylentilere göre) saklanan sırrına gelince;
Sözünü ettiğimiz bu özel ekmeğin ilk ustaları (güya( ekmeğin mayasını 40 farklı çiçeğin öz-suyundan aroma yaparak ‘mayasını’ yapmışlar ve ardından da bir sonraki yoğrulacak hamur için bir gün sonraya ‘maya ayrımı’ yapılarak günümüze kadar taşınmış.
Ve yine rivayete, sözel anlatımlara göre bu işin ilk ustaları ömür boyu ‘mayayı’ hangi çiçeklerden yaptıklarını kendi çıraklarından bile gizlediklerini söylerler…
Ve bir başka söylenceye göre de “Abacıbükü Ekmeğinin” diğer ekmeklerden farklılığının nedeni; ekmeğin teknede belli kıvama kadar yoğrulmasından kaynaklandığını söylerler…
(Bu “Abacıbükü Ekmeği” şu an sadece Aksu deresinin denizle buluştuğu, Dereli kavşağına varmadan sol tarafta bulunmaktadır)
Yaaaaa!…
Gördüğünüz gibi “Abacıbükü” ile ilgili öykünün hepsini sayfaya sığdıramadık…
İsterseniz, gerisine yarın devam edelim…
Yarın görüşmek üzere;
Hoş kalın…
Hoşça kalın…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?