ABD ÜSLERİ DÜNDE VARDI BUGÜNDE VAR BIÇAK KEMİĞE DAYANINCA GÖRÜYORLAR

ABD ÜSLERİ DÜNDE VARDI BUGÜNDE VAR BIÇAK KEMİĞE DAYANINCA GÖRÜYORLAR

 

Yalan mı?

Daha çok yaşı ellinin üzerinde olanlara şöyle bir soru sormak istiyorum; “Emperyalizmin ağababası ABD, bugünlere ulaşmak için sömürü tezgahlarını kurarken, toplumun sadece bir kesimi karışı çıkıyor ve direnmeye çalışıyordu.Bu ABD emperyalizmine direnen kesim hangi kesimdi acaba anımsıyor musunuz?”

Hani canım nasıl unutursunuz; “Vietnam Kasabı” namıyla anılan bir ABD’nİn CIA ajanı vardı da, ismine de;Robert Komer denirdi.

Nasıl unutursunuz canım; hani Vietnam’da katliam görevi sona erince bu kezde Türkiye ve Ortadoğuyu karıştırmak için ABD’nin bu halkları birbirine düşürmede ve savaş çıkarmada ustalaşmış adamını Ankara’ya büyük elçi olarak atayınca, sadece bir kesim karşı çıkmıştı da, bu kesimi anarşist, bozguncu, ezeli dostumuz ABD’nin düşmanı ilan edilmişti!

Hani şu 6. Filo denilen -savaş filosu- İzmir ve İstanbul’u ziyaret ayaklarıyla geldiğinde; kimileri filoyu kıble yapıp namaz kılmıştı ve kimileri de 6.filonun askerlerini denize doldurmuştu ya canım!

Hani ‘İncirlik Üssü’ başta olmak üzere ülkenin dört-bir yanına dağılmış bütün ‘ÜS’lere birileri “Tesis” derdi de, birileride “bunlar bağımsızlığımıza baskı yapıp, gölge düşürecek Askeri Üsler” diyenleri birileri durmadan suçlardı…

Kimdi bu suçlanan ve topluma düşman gösterilen kesim?

Neyse…

Mademki “Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür” sözünü gerekçe göstererek biz söyleyelim kimdi bu kesim;

O dönemin Devrimci gençliğiydi…

Yurtseverleri idi…

Atatürkçüleri idi…

Sosyalistleri idi…

Kısacası; anti-emperyalistleri ve faşizmin düşmanları idi…

Ki, o dönemin suçlanan kesimi bu toplumun insana yakışır bir dünya kurması için tıpkı kurtuluş savaşında can veren dedeleri gibi o dönemin gençliği de inançları uğruna canlarını vermiştir…

Yani geriye ödenecek hiçbir fatura bırakmamıştır!

Kimilerine göre doğru, kimilerine göre yanlış olsa da, onlar asla inandıkları yoldan sağa-sola yalpa vurmamıştır!

Neye inanıyorsa onu yapmıştır…

Vietnam Kasabı Komer’i protesto için arabası mı yakılacak; bu cani ODTÜ’sine geldiğinde arabası yakılmıştır…

  1. Filo denilen filo İstanbul-Dolmabahçe rıhtımına gelince onun askeri personeli denize mi dökülecek; aynen Atatürk’ün İzmir’de düşmanı denize döktüğü gibi denize dökmüştür!

Buruda bir parantez açarak şu notu da düşmek isterim;

(O tarihlerde üniversiteler özerk ve bağımsız bir yapıya sahip olduğu için yaşanan olaylar karşısında kendi-kendilerine özgür ve korkusuzca bağımsız karar verebiliyorlardı) dedikten sonra şimdi size 1968 yılında ODTÜ’inde öğrenciler Robert Komer’in arabasını yakınca İç İşleri Bakanıyla-Üniversite rektörünün arasında geçen telefon konuşmasını anımsatmak istiyorum;

REKTÖR KEMAL KOLDAŞ İLE İÇİŞLERİ BAKANI ARASINDA GEÇEN TELEFON KONUŞMASI

Saat 13:20 olabilir. Bu defa beni arayan İçişleri Bakanı Faruk Sükan. Telefonda bir bacağı koparılmış kedi gibi bağırıyor:

Sükan: ‘Rektör, elçinin arabasını yaktın!’

Ben: ‘Hayır ben yakmadım. Beş-on manyak öğrenci yaktı.’

Sükan: ‘Sen yaktırdın.

Ben: ‘Hayır, öğrenciler yaktılar. Ben bunu üniversiteye karşı işlenmiş vahim bir hata, hatta ihanet olarak kabul ediyorum.’

Sükan: ‘Sefiri kandırıp oraya davet ettin, tuzağa düşürdün.’

Ben: ‘Hayır, ben davet etmedim, ısrarla o gelmek istedi.’

Sükan: ‘Ben şimdi olaya müdahale edeceğim. Bütün gücümle üniversiteye giriyorum.’

Ben: ‘Neyle gireceksiniz?’

Sükan: ‘Karşınızdaki Mobil istasyonunda 250 polisim var, onlarla gireceğim.’

Ben: ‘Faruk Bey, ben polisinizi üniversiteye sokmam. Polis bu anda üniversiteye girerse mutlaka kan çıkar, arabanın etrafında iki yüz, üç yüz tane çocuk var. Bunların belki on-on beşi olaya karışan zorba, diğerleri masum öğrenci, seyirci. Ama hepsi genç ve heyecanlı. Bu ortamda polis üniversiteye girerse burası bir muharebe meydanına döner. Belki onlarca masum öğrenci, hayatını kaybeder. Ben kimseye bunun hesabını veremem. Onun için kesin olarak söylüyorum polisin üniversiteye bir adım bile atmasına izin vermiyorum.’

Sükan: ‘Ben gireceğim.’

Ben: ‘Giremezsin, girersen karşında evvela beni bulursun.’

Sükan: ‘Elçi orada, hayati tehlikede.’

Ben: ‘Elçinin hayatı ve emniyeti benim teminatım altındadır.

Beni öldürmeden kimse ona dokunamaz. Burada işleri kontrol altına aldıktan sonra, elçiyi elçiliğe şahsen ben götüreceğim.’

Sükan homurdanarak telefonu kapattı.

(Sanırım bu konuyu günümüzle mukayese etmek bana düşmez)

Şimdiiiiiiiii!…

Bu sohbet konusunu neden seçtiğime gelince…

İnanın gelişigüzel seçmedim bu konuyu…

Aslında ben bugün sadece ve sadece bundan elli yıl önce ABD Vietnam kasabı olarak ünlenen ve daha sonra da 28 Kasıl 1968 yılında Ankara’ya Büyük Elçi olarak atandığı duyulunca öğrenci gençliğin İstanbul-Yeşilköy Hava alanında yaptığı protesto konusunu gündeme getirmek istiyordum amaaa!…

Ne ilahi bir tesadüf ki, elli yıl sonra gazete manşetlerinde sayın Cumhurbaşkanımızın Suriye topraklarında ABD Üslerinin var olduğu haberini okuyunca (bazı gerçekler yarım asır sonra da görülmüş olsa) elli yıl öncesini-günümüzle birleştirerek yazayım istedim…

Bilmem ki kötü mü ettim!

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?