Şaban KARAKAYA
Şaban KARAKAYA
saban@giresungundem.com
ATATÜRK İÇİN ANKARAYA GELİYOR GÖNÜL GÖZÜYLE GÖRMEK İSTİYOR
  • 0
  • 148
  • 24 Mart 2021 Çarşamba
  • +
  • -

Ve düşlerini gerçekleştirebilmek içinde;

Üç ay gece-gündüz yürüyerek yol alıyor…

Yol arkadaşı İbrahim’le birlikte Ankara’ya geliyor…

Ve yaklaşık üç-dört ayda Ankara’da kalmasına rağmen;

Gönül güzüyle görmek istediği Atatürk’ü bir türlü göremiyor…

Kimden mi söz ediyorum?

Ünlü ozanımız Aşık Veysel’den söz ediyorum..

Hani 1894-Şarkışla doğumlu bir halk ozanımız vardı…

Yedi yaşlarına gelince ‘çiçek hastalığından’ gözlerini kaybetmişti de ve ‘gönül gözüyle’ dünyayı hepimizden daha iyi gören bir aşık vardı ya…

Şiirleriyle ve türküleriyle ‘gece-gündüz’ yürüdüğünü söyleyen bir Halk Ozanımız vardı da;

Bundan 48 yıl öncenin 1973 yılının 21 Martında aramızdan ayrılan Aşık Veysel Şatıroğlu’ndan söz etmeye çalışıyorum…

Ancak izniniz olursa, burada küçük bir tespit daha yaptıktan sonra sözü ünlü Halk Ozanımıza bırakmak istiyorum…

Şöyle ki;

Arada-sırada bazıları ortaya çıkıp, Atatürk’e ve onun döneminde saldırmak isteyenler;

“Atatürk veya da İsmet Paşa, Aşık Veysel’i Ankara’ya sokmadı” diye abuk-sabuk saçmalıklar ileri sürerler…

Az sonra sözü kendisine bıraktığımda Aşık Veysel’i Ankara’ya değil de, Ankara’nın bir çarşısına kimin sokmadığını onun kendi ağzından dinleyelim…

Aşık Veysel anlatıyor;

(Mümkün olduğu kadar özetleyerek vermeye çalışacağım)

“Köyden çıktık.

Yaya olarak Yozgat, Çorum, Çankırı köylerinden geçip, üç ayda Ankara’ya gelebildik…

Otele gitsek para yok…

“Nasıl edek?” diye düşünüyoruz..

Dediler ki; burada Erzurumlu bir paşa dayı var…

O adam misafirperverdir…

Paşa dayıya gittik…

Adam bizi misafir etti ve birkaç gün paşa dayının misafiri olduk.

Daha sonra Hasan efendi adında bir adamla tanıştık.

Hasan efendi bizi evine götürdü…

Kırk beş günde Hasan efendinin evinde misafir olduk…

Yiyip-içiyoruz, gezip-tozuyoruz…

Yatıp kalkıyoruz…

Hasan efendi her türlü ihtiyacımızı karşılıyor…

Bir gün dedim ki Hasan Efendiye;

“Hasan efendi biz buraya gezmek için gelmedik.

Bizim bir destanımız var. Bunu Gazi Mustafa Kemal’e duyurmak istiyoruz…

Nasıl ederiz, nasıl yaparız? dedim…

Hasan efendi de;

“Vallahi ben böyle işlerle ilgili değilim.

Burada bir milletvekili var. Adı Mustafa bey. Soyadını unuttum…

Bu işi ona anlatmak gerek. Belki o size yardım edebilir” dedi…

Mustafa beyi gidip bulduk ve derdimizi anlattık…

“Bize yardım et!” dedik…

Derdimizi anlattığımız milletvekili Mustafa beyde bize;

“Amaaan şimdi şaire falan gerek yok. kıyıda köşede çalın çığırın, sonra da geçin gidin” dedi..

Biz ısrarla;

“Yok öyle değil” dedik..

“Biz destanımızı Mustafa Kemal’e okuyacağız” diye ısrar ettik…

Biz ısrar edince, milletvekili Mustafa beyde bize;

“Okuyun da bir dinleyelim bakalım” dedi…

Okuduk dinledi…

“Yarın bana gelin” dedi…

Yarın oldu yanına gittik…

Bu seferde “Ben Hakimiyeti Milliye gazetesiyle görüşürüm. Ondan sonrasına karışmam” diyerek kestirip attı…

En sonunda can dostum İbrahim’le düşündük taşındık; Matbaaya kendimiz gitmeye karar verdik…

Ancak gitmeden önce sazın teli eskidiği için yeni bir tel alalım ve sazımıza taktından sonra gidelim diyerek; Karaoğlan Çarşısına doğru yürüdük…

Çarşıya giriş kısmında bizi gören polis, ayağımızda çarık, şal ceket, bacağımızda şalvar ve belimizde kuşağımızı görünce bizi dilenci sanmış olacak ki; “Çarşıya girmek yasak” dedi…

Sazımıza yeni tel alacağımızı söylesek de dinlemedi;

“Siz yasaktan anlamaz mısınız be adam!…

Yasak diyoruz anlamıyor musunuz?

Bu kalabalığa giremezsiniz” diyerek kesip atmaya çalışsa da biz fazla ısrarlı olunca, Polis İbrahim’e;

“Tel alacaksan, bu adamı burada bir yere oturt ve sen git al” dedi…

Neyse, İbrahim gidip teli alıp geldi…

Yeni telleri sazımıza taktık…

Sabahleyin erkenden kalktık…

Sora sora gidip Matbaayı bulduk…

Matbaanın müdürü bize;

“Ne istiyorsunuz” dedi…

“Bir destanımız var, gazeteye vereceğiz” dedik…

“Çalın, söyleyin de dinleyelim” dedi..

Sazımızla çalarak söylediğimiz destanımızı dinledi…

Müdür çok beğendiğini söyledi…

Ve destanı yarınki gazetede basacağını söyledikten sonra; bize ‘telif hakkı’ olarak biraz para ödedi…

Ve ardından da; “Yarın sabah gelir, gazeteden de birkaç tane alırsınız” dedi…

Yarın sabah erkenden gazeteye gidip, birkaç tane gazete aldık…

Ve tekrar Karaoğlan çarşısının kapısından geçerken bizi gören polisler ellerindeki gazeteye baktıktan sonra;

“Oooooo! Aşık Veysel siz misiniz?”

“Buyurun efendim!… ”

İstediğiniz yerde oturun, rahat edin efendim!.”

Bu sefer bir iltifat, bir iltifat ki sormayın…

Girdik çarşıyı gezdik…

Çıkıp tekrar konuk olduğumuz eve geldik…

Mustafa Kemal’le görüşmek için araya koyduğumuz aracılardan haber bekledik…

Mustafa Kemal’le görüşmek için hiçbir sonuç elde edemedik…

Ve tekrar köyümüze dönmeye karar verdik…

Karar verdik vermesine ama köye dönecek paramız pulumuz yok…

Bir avukatın yardımıyla Vali’ye dilekçe yazıp, yardık istedik;

Yardım alamadık…

Belediye ye dilekçe yazarak yardım istedik;

“Yardım edecek paramız yok” diyerek, onlarda yardım etmedi…

“Nasıl edelim, ne edelim?” diye düşünürken aklımıza Halk Evine gitmek geldi…

Halk Evine gittik…

Bu seferde bizi kapıcılar içeri sokmak istemedi…

Ve biz kapıcıya derdimizi anlatırken, içeriden bir adam çıkıp geldi;

“Ne geziyorsunuz burada, ne yapıyorsunuz?” dedi…

Bizde Halk Evine geldiğimizi söyleyince adam bizi tanıdı;

“Aşık Veysel bu!”

“Bırakın içeri girsinler, bu adamlar tanınmış adamlar” dedi…

Ve sonunda içeri girdik…

Bizi Halk Evinin Edebiyat Şubesi müdürünün yanına götürdüler…

Müdür bey bizi görünce;

“Oooo! Buyurun! Buyurun!” diyerek iltifatta kusur etmediler…

Sonra Necip Ali Bey adında bir milletvekiliyle irtibata geçtiler…

Pazar gününe bir konser düzenlediler…

Her ikimize de yeni elbiseler ve urbalar alıp giydirdiler…

Konserden elde edilen gelirden cebimize biraz para koydular…

Ve böylece ‘Mustafa Kemal’i görmeden tekrar köyümüze döndük…

Bu ilginç yaşam öyküsünü anlatan adam daha sonra ülke sathında büyük bir üne kavuşacaktır…

Ünlü sanat adamlarından; Ruhi SU ve Sabahattin Eyüpoğlu ile tanışacaktır…

Ve Köy Enstitüleri onun usta öğreticiliğinden yararlanmak için adeta birbiriyle yarışacaktır…

Ki, 1943’lü yıllara gelindiğinde;

Arifiye Köy Enstitüsünde…

Hasanoğlan Köy Enstitüsünde…

Çifteler, Kastamonu, Yıldızeli ve Akpınar Köy Enstitülerinde ‘Usta Öğretici’ olarak Halk Müziği dersi verecektir…

Ve elde edemediği iki şeyi karısına şöyle ifade edecektir;

“Bir askere gitmeyi çok isterdim.

Birde Mustafa Kemal Atatürk’le sohbet etmeyi ve gönül gözüyle görmeyi çok isterdim” diye yarım kalan hasletlerini dile getirir…

Son söz;

Ünlü ozanımız Aşık Veysel’i, yaşamından bir kesit anlatarak anmak istedik…

 

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • ÇOK OKUNAN
  • YENİ
  • YORUM