Atatürk ve Uğur Mumcu

Atatürk ve Uğur Mumcu

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu iki temel üzerinedir. Bu iki temelin teki ulusal egemenliktir, diğeri ise tam bağımsızlıktır.
Atatürk, Amasya Genelgesinde yer alan; “Ulusun kurtuluşunu yine ulusun azim ve kararı belirleyecektir” sözleri ile ulusal egemenlik konusunda ilk işaretini vermiştir.
Daha sonra Erzurum Kongresinde; “Osmanlı Meclis-i Mebusanı derhal toplanmalıdır…” kararını aldırarak da ulusal egemenliğe ne kadar önem verdiğini ortaya koymuştur.
Aynı düşüncesini Amasya Görüşmeleri sırasında Osmanlı Devletini temsilen gelen Salih Paşa’ya da iletmiştir.
Ne kendisi, milli mücadele sürecinde tek başına karar vermek ve uygulamak fikrinden yanadır, ne de Osmanlı hükümetinin meclis denetiminden uzak çalışmasından yanadır.
Kongreler süreci de Mustafa Kemal Atatürk’ün ulusal egemenlik fikrine uygundur. Halkın temsilcileri ile birlikte karar almayı tercih etmiştir.
Bu tercihi aynı zamanda Amasya Genelgesinde yer alan anlayışa da uygundur.
23 Nisan 1920’de Ankara’da TBMM’yi açarak ulusal egemenlik anlayışına ne kadar bağlı olduğunu da göstermiştir.
TBMM’nin açılışının ertesi günü almış olduğu “Meclisin üzerinde hiçbir güç yoktur” kararı da ulusal egemenliğin gücünü ifade etmektedir.
Yine ‘Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir’ anlayışı da ulusal egemenlik anlayışını ifade etmektedir.
Başka örneklerde verilebilir…
***
19 Mayıs 1919’da başlayan milli mücadelenin hazırlık döneminde (kurtuluş döneminde), temel amaç, Mondros sonrası başlayan yurt topraklarımızın işgaline karşı bağımsızlık mücadelesidir.
Bu mücadele tam bağımsızlıkçı bir mücadeledir. Bu mücadele emperyalizme karşı bir mücadeledir.
Amasya Genelgesinde, “Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir” diyerek bir durum tespiti yapmaktadır.
Erzurum Kongresinde ise, “ Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür parçalanamaz” kararı ile milli sınır, o sınırlar içinde bir vatan ve o vatanın bütünlüğü anlayışı dile getirilerek, gelecekte kabul edilecek olan Misak-ı Milli ilkelerinin temel ilkesi oluşturulmuştur.
Yine Erzurum Kongresinde alınan ve daha sonra Sivas Kongresinde de pekiştirilen “Manda ve Himaye Kabul edilemez” kararı ile net şekilde tam bağımsızlık vurgusu yapılmıştır.
Ne işgaller kabul edilebilirdi…
Ne de İngiliz veya Amerikan mandası…
Bunun içinde Kurtuluş Savaşını kazanmak ve Kuruluş döneminde de sağlam adımlar atmak gerekiyordu.
Nitekim önce Kuvayı Milliye hareketi ile daha sonra da TBMM Orduları ile bu mücadele, 9 Eylül 1922’de zaferle noktalanmıştır.
Lozan Anlaşması ile de kazanılan askeri zafer siyasi bir zafer ile taçlandırılmıştır. Türkiye Cumhuriyetinin tapu senedi, bize üç yıl önce Sevr’i imzalatan emperyalist ülkelerden söke söke alınmıştır.
Kurtuluşun ardından tüm güçlüklere karşın kuruluş dönemi de; ulusal egemenlik ve tam bağımsızlık anlayışına uygun şekilde başarılmıştır.
***
24 Ocak 1993 tarihinde bombalı bir saldırı ile katledilen Uğur Mumcu, 29 Ekim 1992 tarihindeki köşe yazısında der ki; “ Türkiye Cumhuriyeti ne holding merkezlerinde kurulmuştur, ne de Dünya Bankası ofislerinde! Cumhuriyeti kuran Türkiye halkıdır. Kuvayı Milliyedir, ulusal kongrelerdir, ordudur, meclistir.”
Kendisini “Kalpaksız Kuvayı Milliyeci” olarak tanımlayan Uğur Mumcu, ödünsüz bir Atatürkçüdür.
Özellikle kararlı bir şekilde sürekli olarak tam bağımsızlığı savunur. Ulusal egemenliği savunur.
Soğuk Savaş süreci ile başlayan dönemde, emperyalizmin adım adım ülkemize yönelik planlarını yazmıştır.
“Yeşil Kuşak” politikalarını anlatmıştır. Laiklik karşıtı adımlara dikkat çekmiştir.
Tarikatların ve cemiyetlerin arkasında yer alan yabancı istihbarat örgütlerine ve merkezlere dikkat çekmiştir.
Tarikat ve cemaatlerin devlet kurumlarına yerleştirilmesinin tehlikelerine işaret etmiştir.
24 Ocak 1980 tarihinde alınan liberal ekonomik kararlara dikkat çekmiş ve eleştirmiştir. (Kendisi de bir 24 Ocak günü katledilmiştir!)
12 Eylül ve Kenan Evren politikalarının arka planını yazmıştır.
RABITA konusuna dikkat çekmiş. ARAMCO (Arap-American Petrol Company) bağlantılı bu örgütün bazı din adamlarını yurt dışına götürüp eğitmesinin amacının ne olduğunu irdelemiştir.
O eğitilip yurda dönen devşirilmiş din adamlarının (!) kurdukları vakıflar aracılığı ile ABD’nin “Ilımlı İslam” stratejisine nasıl hizmet ettiklerini anlatmıştır.
Tarikat-siyaset-ticaret üçgenine dikkat çekmiştir.
Ve silah kaçakçılığı ile terör arasındaki bağlantıya işaret etmiştir. Barzani ile MOSSAD ilişkisini köşesine taşımıştır.
Katledildiğinde masasında son çalışması olan, henüz tamamlayamadığı “Kürt Dosyası” vardı. Emperyalizmin bugün BOP adı verilen planını ve Öcalan konusunu ele alıyordu. Bu çalışmasını bitiremeden katledildi.
Susturuldu!
Ne diyordu Uğur Mumcu, “Atatürkçülük eğer tek sözcükle tanımlanacak ise, bu sözcük bağımsızlık olabilir.”
Ne kadar doğru bir söz…
Bugün Atatürkçülükten ne kadar uzaklaştırıldık ise bağımsızlıktan da o kadar uzaklaştırıldık.
Ulusal egemenlikten de uzaklaştırıldık.
Ve geldik bugüne…
Bir alacakaranlıktayız. Bizi bu alacakaranlıktan kurtaracak olan yine Atatürk’tür. Onun ulusal egemenlik ve tam bağımsızlık anlayışıdır.
İlkeleridir, devrimleridir…
Yeter ki ‘tören Atatürkçülüğü’ anlayışından ve sadece ‘Atam izindeyiz” demekle yetinmekten kurtulalım.
‘İzinde’ olmak yerine mesaide olalım… Yönümüzü kararlılıkla O’na dönelim.
Altıok yakamızda değil kafamızda olsun!

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?