Barış ve Mutluluk İçin, ‘Allah’a Ulaşmayı Dilemek’

Barış ve Mutluluk İçin, ‘Allah’a Ulaşmayı Dilemek’

Allahû Tealâ’nın düne, bugüne ya da yarına değil; bütün zamanlara indirdiği, Kur-an-ı Kerim’in reçetesinde gizlidir bütün sır. Bu sır da ‘Allah’a Ulaşmayı Dilemek’tir. Bu anlamda bakarsak;  Kur-an-ı Kerim şifa, hidayet ve mutluluk reçetesidir.

O halde bütün sorularımızı cevaplayacak olan da sadece ve sadece Allah’ın (c.c.), Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.)’in kalbine nakşettiği Kur’ân-ı Kerim’dir.

Özleyenin de, özlenenin de kim olduğuna dair tek doğru yanıtı bize verecek olan da, yine tüm zamanların o tek mutluluk reçetesi olan Kur’an-ı Kerim’dir.

Tüm İslam Âlemi’nin yaşadığı sıkıntılarının başında gelen sorun, Kuran-ı Kerim’den uzaklaşmaktır… Kaldı ki Kur’ân-ı Kerim seveni, sevgiliye kavuşturan yegâne yol ve gösterici olmalıdır. Bugüne kadar hiç o sonsuz sevginin yaratıcısı Allah’a sevginizi ifade ettiniz mi? “Allah’ım seni çok seviyorum” dediniz mi? O’na mülaki olmayı (ulaşmayı) dilediniz mi? Ruhunuzu ‘Allah’a Yolculuğa’ çıkardınız mı?

Hayatımız boyunca arzularımızın peşinden koşan bizler; acaba neden ruhumuzun özlemini dindirmenin yolunu bir türlü bulamıyoruz? Neden birçoğumuz ruhumuzun gerçekte ne aradığını, ne istediğini kestiremiyoruz? Bunca koşuşturmanın, bunca arayışın içinde acaba asıl aradığımız, asıl beklediğimiz kim?

Allah’ü Teâlâ (c.c.) dünyayı; insanları barış ve mutluluk içinde yaşasınlar diye yaratmamış mıdır?. Allah, bu mutluluğu yaşamak için de dini emirleri ‘kullarına’ çeşitli vasıtalarla tebliğ etmiştir. Hal böyle iken dünyada barış ve huzur neden yoktur diye hiç düşündünüz mü? …

Dünya; zenginler, fakirler; ezenler, ezilenler; güçlüler, güçsüzler şeklinde farklı açılardan ikiye ayrılır diye ifade etsek yanılmış olmayız. Zenginler, ezenler ve güçlüler; küçük bir azınlık olarak şu anda insanlığa hükmediyor. İşte bu yüzden insanların önemli bir kısmı fakirlik, açlık ve savaşların yaşandığı bu dünyada yaşam mücadelesi veriyor ve bu sıkıntıları yaşayan insanların çok önemli bir kısmı da İslam coğrafyasında yaşıyor.

Hemen her gün, gazetelerde, televizyonlarda bu insanların görüntüleri yayınlanıyor. Çoğu insan okuduğu gazetenin sayfalarını çevirince veya seyrettiği kanalı değiştirince bu insanların varlığını unutuyor veya unutturuluyor. Tüm dünyadaki insanlar, bu şekilde umursamaz davrandığı sürece, yeryüzünde haksızlık ve acı hiç bitmeyeceği de acı bir gerçektir.

Nitekim haksızlıkla ve adaletsizlikle dolu bir dünyada yaşıyoruz. Sebebi de İslam inanç sisteminin yıllar boyu uğradığı erozyondan kaynaklanmaktadır. İnsanları İslam’dan uzaklaştıran en önemli nedenlerden biri, Kur’an-ı Kerim’in doğru şekilde yorumlanmamış olmasıdır. Günümüz Müslümanlarına söylenen; “İslam’ın 5 şartı olan namaz, oruç, zekât, hac ve kelime-i şehadet; sizin dini yaşamanız için yeter.” düşünce yapısının ne kadar doğru olduğu tartışılmalıdır.

Eğer bu doğru olsaydı günümüzde yaşanan İslam’ın mükemmel seviyede olması gerekmez miydi? Ama maalesef bunu göremiyoruz. Sebebi de çok açık. Kur’an-ı Kerim’in birçok ayet-i kerimesinde açıklanan ama bizden bir şekilde gizlenen ayetleri ayrıntılarına girerek incelediğimizde, Müslümanlığın 5 farzın yapılması ile tamamlanamayacağı gerçeğidir.

İslam coğrafyasında gizlenmeye çalışılan en önemli konu hidayettir ki; bu kelimenin anlamı da ölmeden evvel Allah’a mülaki olmaktır. Yani Allah’a dünya hayatındayken ulaşmaktır. Günümüz dîn tatbikatında, hidayet aslî manasından saptırılarak tamamen devre dışı kalmıştır. Hidayetin dîn tatbikatında tamamen çıkarılması tüm insanların toptan cehenneme gitmesi anlamına gelmektedir. Çünkü kişinin, Allah’a ulaşmayı dilemediği takdirde; Mürşidi’ne ulaşması ve ıslâhı nefse başlaması söz konusu değildir.

ANKEBÛT-5/ 6: “Ve kim cihad ederse, o taktirde sadece kendi nefsi için cihad eder. Muhakkak ki Allah, âlemlerden müstağnidir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur).”

Allah’a ulaşmak isteyen kişinin nefsini tezkiye etmesi üzerine farzdır. Buradaki Allah’a ulaşma ölümden sonraki ulaşma değildir. Ölüm gelmeden önce bu dünya üzerindeki cüz’i iradeyle olan bir kavuşmadır. Allahû Tealâ cüz’i iradenin Allah’a ulaşmayı dilemesini esas alınmaktadır.

KEHF-110: “De ki: “Ben sizin gibi sadece bir beşerim. Bana sizin ilâhınızın tek bir ilâh olduğu vahyolunuyor. O taktirde kim Rabbine mülâki olmayı (ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı) dilerse, o zaman salih amel (nefs tezkiyesi) yapsın ve Rabbinin ibadetine başka birini (bir şeyi) ortak koşmasın.”

Dünya hayatını yaşarken Allah’a ulaşmayı gerçekleştirebilenlerin var olduğunu Allahû Tealâ buyurmaktadır; ‘BAKARA-156 ve BAKARA-46’da Allahû Tealâ iki dönüşten bahsetmektedir. Bu dönüşlerden biri bu dünyada iken ruhun Allah’a dönüşü, diğeri ise öldükten sonraki ruhun Allah’a dönüşüdür. Öldükten sonraki dönüş, bizim elimizle olan bir dönüş değildir.

89/FECR-28: “Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!”

Mülâki olmak; ulaşmak, kavuşmak anlamına gelir.

İnsanın manevî anlamda olgunlaşması ise son derece hayatî önem arz eden bir durumdur. Allahû Tealâ, tüm zamanların hayat kitabı olan Kur’ân-ı Kerim’de bütün insanlara dünya hayatını yaşarken Allah’a mülâki olmayı (Allah’a ulaşmayı) farz kılmıştır. Fakat ne yazık ki günümüz İslâm tatbikatında bu farziyet unutulmuştur. Bugün bize anlatılan İslam’ın 5 şartın içinde ‘Allah’a Ulaşmak’ yoktur.  Kişi Allah’a ulaşmayı dilemezse, ister tüm kâinata cami yaptırsın, gideceği yer cehennemdir.

Kehf Suresi 105. ayeti kerime: “İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için Kıyâmet günü mizan tutmayız.”

Kur’ân-ı Kerim’e göre Allah’a ulaşmak; HİDAYETTİR v Hidayet; DÎNİN TEMELİDİR…

Allahû Tealâ hidayetin muhtevasını Bakara-120. ve Âli İmrân-73.’de şüpheye mahâl vermeyecek bir biçimde ifade eder…

3/ÂLİ İMRÂN-73: “Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah’a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz’in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm’dir (en iyi bilendir).”

Kur’an-ı Kerim’in birçok ayet-i kerimesinde açıklanan birçok ayetinde ‘Zikir’ ifadesi kullanılmaktadır. Burada ki zikrin Kuran-ı Kerim okumak olduğu bir rivayete göre söyleniyor. Ayetler apaçık ‘zikrin önemini vurguluyor. Örneğin; Ahzab Suresi’nin 41. âyet-i kerimesi gereğince çok zikir ve Nisa Suresi’nin 103. âyet-i kerimesi gereğince daimî zikir farzdır. Ama nasıl ki İncil ve Tevrat bozuldu diyorsak, Kur’an-Kerim’de bize anlatılan ‘Zikir’ inancı bizlerden gizlenmeye çalışılmıştır. Toplumsal mutluluk için ‘Zikir’ inancı, tıpkı eski nesillerde olduğu gibi yeni nesillere de anlatılmalı ve yaşanmalıdır. Doktorların reçete yazması gibi tüm din alimleri insanlara bu zikri anlatmalı..İslam’ın emirlerinin, İslam’ın sadece 5 şartını yerine getirerek yapıldığını düşünmek, büyük bir eksikliktir. Bizden gizlenmeye çalışılan ayetlerin detaylarının çok iyi incelenmesi gerekir.

Allah’ı (cc) her daim zikredenlerden ol. Bilmelisin ki Allah (cc) kendisinin çokça zikredilmesini emretmektedir. Kuran’ı keriminde “Öyle ise siz Beni zikredin. Ben de sizi zikredeyim”(Bakara-152) buyrulmuştur. “Öyle ise Beni zikredin” bir emirdir. Farzdır. Ben de sizi zikredeyim buyruğu bu emre verilen, O’nun cevabından ibarettir. Sen O’nu zikret, O da seni zikredecek, ne büyük bir ikram ve müjde. Unutmayın Allah’ın sizi anması, sizin onu anmanızdan daha büyük ve yücedir.

Müminler, dünya hayatının kendilerine ne amaçla verildiğini, dünyadaki zamanın sadece ahiret hayatı ve Allah’ü Teâlâ’nın (c.c.) rızasını kazanmak için kullanılması gerektiğini çok iyi bilirler. Akıllarıyla ve vicdanlarıyla hareket ettikleri için zamanı nasıl kullanmaları gerektiğini ve bunun için nelere dikkat etmeleri gerektiğini rahatlıkla tespit edebilirler.

Dünya üzerindeki çoğu savaşların altında İslam’ın barış ve mutluluk prensiplerinden uzaklaşıldığı için düşmanca duygular yatar. İslam derken sadece Müslümanları kastetmediğimi ifade etmek isterim. Çünkü İslam inancı sadece Müslümanlara gelmiş bir inanç sistemi değildir. İslam’ın emir ve yasaklarını kapsayan İslam şeriatı, Hz. İsa (a.s) ve Hz. Musa (a.s.) tarafından da kendi dönemindeki insanlara anlatılmış. Onlar da bizim bildiğimiz 5 ana şartın yanında Allah’a ulaşma dileğini ümmetlerine anlattılar. İşte bu noktada bozguncular kendi nefislerine ağır gelen bu emirleri erozyona uğratmanın gayreti içinde oldular. Maalesef Kur’an-ı Kerim’deki benzer ifadeleri bizlerden gizlemeye çalışan ‘Sözde! İslam Âlimleri’ sebebi ile biz Müslümanlar da benzer erozyona maruz kalmışız. Sevgi ile kalın..

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?