BAŞKAN GELİRKEN AYAĞA KALKMAMIŞ CEZA OLARAK HELA BEKÇİSİ YAPILMIŞ

BAŞKAN GELİRKEN AYAĞA KALKMAMIŞ CEZA OLARAK HELA BEKÇİSİ YAPILMIŞ

Olur mu hiç;
Öteden beri koskoca bir Belediye Başkanı yardımcısı gelecek;
Ve sen ayağa kalkmayacaksın…

Hazır-ol vaziyetine geçip; karşısında ellerini önünde kavuşturup el-pençe divan durmayacaksın…

Yani onun kooooskoca bir Belediye Başkan Yardımcısı olduğunu hesaba katıp; ona biat ettiğini, kul-köle olduğunu davranışlarınla belli etmeyeceksin…

O kooskoca Belediye Başkan Yardımcısı da seni görmezlikten gelecek öyle mi?
Üstelik o koooskoca Belediye Başkanı veya Başkan yardımcısı bunu yer mi?
Yemez elbette…

Yemezse ne olur?
Ne olacağı var mı;
İstanbul-Güngören Belediye şoförünün başına geldiği gibi ‘ceza’ olarak Hela kapısında Bekçi olur…

He, he!..
Aynen böyle olmuş..
Yalanım varsa öyle olsun!
İki gözüm önüme dursun!
(inanmıyorsanız görselde paylaştığım resme yeniden bakın)
Her neyse..

Sadece İstanbul-Güngören Belediyesinde bu olay yaşanıyor ve yaşandı da, sanki başka yerlerde bizim duyup işitmediğimiz buna benzer olaylar… Daha ne kadar vardır; Allah bilir…

Üstelik tahmin yürütmeye hiç gerek yok…
Daha geçtiğimiz günlerde 24 Kasım Öğretmenler Günü Etkinliği sırasında Konya Valisi, kürsüde konuşurken en ön sırada bacak bacak üstüne atıp oturan bir (basın mensubunu öğretmen zannederek;)

“Sen ne biçim öğretmensin. Öğretmen gibi otur da görelim.(ve homurtulu sesler çıkararak) Güzel duygularla geliyoruz. Güzel hareketlerle karşılaşmak isteri.” dememiş miydi?
Demişti…
Ama unutuldu gitti…

Hele-hele bir zamanların İçişleri Bakanı Naim Şahin Erzurum’da 60 yaşındaki bir adam kendisine; “Sayın bakanın senin geldiğine çok sevindim” deyince…

İçişleri Bakanını da; “Yok ya…Nereden bileyim sevdiğini?..Hadi bakalım bir takla at, oyna da görelim.” (dedikten sonra orada hazır ve nazın bekleyen davulcuya) “Çal bakayım davulcu” diye komut verdikten sonra, adamı istediği gibi oynatmamış mıydı?
Oynatmıştı…
Ama unutulup tarihe karıştı…

Şimdi bu ayağa kalkma muhabbeti geçtiğimiz günlerde benimde başımdan geçti…
(Konu çok uzayacağı için bunu şimdilik pas geçiyorum ama ileride bu konuyu paylaşmayı düşünmüyorum)
Her neyse…
Bu konuyu şimdilik es geçiyorum…
Ve sohbetimize kaldığımız yerden devam ediyorum…

Efendime söyleyeyim, nerede kalmıştık?
Ha, anımsadım şu ‘ayağa kalkma’ konusundan söz ediyorduk…

Hani bilirsiniz halk arasında söylenen bir deyim vardır;
“Bir baş ol da, ne başı olursan ol”
“İster onbaşı, istersen soğan başı ol” derler ya…
Vallahi bu söz ne zaman söylenmiş onu bilemem ama…
Hiç bayatlamamış…(dedikten sonra)

Şimdi de bu can sıkıcı sohbetimizi yavaş yavaş özetleyerek sonlandırmak istiyorum…

Efendim;
Bu ülkeden o kadar çok liderler, müdürler, vekiller gelip geçti ki;
Birkaç kişi hariç,hepside birbirinin benzeriydi…

Örneğin; o birkaç kişi kimlerdi diye merak eden varsa hemen onların kimler olduğunu kısa belirtecek olursak…
Birisi hiç şüphe yok ki; Mustafa Kemal Atatürk’tü…

Yani hiçbir zaman ‘kibir abidesi’ olmadan halkın içinde samimi duygularıyla gezip-dolaşan Mustafa Kemal…
Halk yerde oturuyorsa, onunda onlarla birlikte yere bağdaş kurup oturan Mustafa Kemal…

Hani bir kırsal kesimde bir okula uğrayıp, öğretmen sandalyesine değil, en arka sıraya geçerek öğrencilerin yanına oturup ve dersi öyle dinleyen Mustafa Kemal Atatürk…

Bir diğer ise yine Mustafa Kemal Atatürk’ün koltuğunda yıllar sonra oturan Ahmet Necdet Sezer…
Hani şu herkes gibi ‘kırmızı ışıkta’ arabasını durduran A. Necdet
Sezer…
Herkes gibi markete gidip, alışverişini yaptıktan sonra hesap ödemek için kuyruğa giren Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer…

Bir diğeri ise (hakkını teslim etmek gerekirse) gittiği her yere elindeki çantasını kendisini taşıyan.
Yağmur yağarken kendi şemsiyesini kendisi tutan Bülent Ecevit.

Ve yine bir diğeri ise; kendisini omuzlarda aldırtmayan…
Tıpkı o da Ahmet Necdet gibi halkın arasında dolaşan…
Ve kendi eşyasını kendisi taşılan Erdal İnönü de tıpkı ötekiler gibi benzeş davranışlara sahipti…

Ya ötekiler?
Onlar hakkında hiçbir yorumum yok…
Olsa da söylemek istemiyorum…
Onların yorumunu da sizlere bırakıyorum…

Ve ben bu ‘ayağa kalkma konusunu’ bir zamanlar halkın sazlı-sözlü dilekçesi olan Aşık İhsani’ye bırakacak olursam bakın o ne diyor ‘ayağa kalkma’ konusunda;

“Taban uyanıyor taban,
Hele bir ayağa kalksın,
Durduramaz onu baban”

Bende Aşık İhsani’nin bu dileklerine aynen katıldığımı belirtip ve bu duygularla; ‘Tabanın’ bir an önce uykudan uyanmasını…
Bilinçlenmesini…
“Yeter artık, bıçak kemiğe dayandı” demesini…
Çağın yüzlerce yıl gerisinde kalan ‘kul-köle duruşunu’ ötelemesini…
Ve hep birlikte insanın ‘insanca’ yaşayacağı bir dünya özlemiyle;

Hoş kalın,
Hoşça kalın,
Salıkla kalın,
En önemlisi de;
Efendilerine biat etmeyi alışkanlık haline getirenleri ‘etmemesi’ için uyarın…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?