BİRİSİ İŞ ARAR-BİRİSİ YER İÇER EN BÜYÜK ASKER BİZİM ASKER

BİRİSİ İŞ ARAR-BİRİSİ YER İÇER EN BÜYÜK ASKER BİZİM ASKER

Aaaahhh, aahh!..

Konuya nereden girmeli, nasıl başlamalı bilmem ki!…

 

Hani derler ya;”Yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal” diye…

Bende şu an böyle bir açmazın içindeyim…

Konuya nereden gireceğimi bilemiyorum işin doğrusu!…

 

Çünkü sohbet konumuzun ‘üst başlığında’da belirttiğim gibi, bu benim ülkem “güzellikleriyle” zengin olduğu kadar ‘çelişkileriyle’de zengin bir ülke!…

 

Ve bu çelişkileri birileri ne zaman dile getirmeye çalışsa;

Ya; “sınıf ayrımcılığı” yapmakla suçlanıyor!…

Ya; “bölücülük” yapmakla suçlanıyor!..

Ya da; “toplumu zengin-fakir ayrımı yapıyorlar” diye suçluyorlar!

Veya da en kestirme yoldan; “bunlar yalan konuşuyor” diyorlar!..

 

Ama halkın türküleri hiçte öyle demiyor…

Kim bilir; belki türkülerimizde bölücülük yapıyor!

 

Örneğin, yüzyıllar ötesinden gelen bir ‘Yemen Türkümüz’ bakın bu konuyu nasıl dile getiriyor;

 

“Yemen yolu çamurdandır,

Karavanam bakırdandır,

Zenginimiz bedel verir

Askerimiz fakirdendir.”

 

Gördüğünüz gibi ve sizlerinde çok iyi bildiği üzere bunu ben demiyorum, türkünün sözleri böyle diyor…

*** *** ***

Dün akşam sahil-boyu klasik ‘akşam yürüyüşümü’ yaparken arkamdan; korna seslerinin birbirine karıştığı ve en yüksek sesle koro halinde “Haykırma Korosu” eşliğinde bir konvoy geçti ki; salt benim değil, hasta yatağında yatanları bile yatağından kaldırıp pencereye koşturdu!…

 

Meğer bu konvoy; mahalleli gençlerin, arkadaşlarını askere uğurlama konvoyu imiş…

Ve korna sesleri eşliğinde, en yüksek sesle attıkları slogansa;

“En büyük asker bizim asker!…”

“En büyük asker bizim asker!…”

“En büyük asker bizim asker!…” aynı sloganı tekrarlayarak yol alıyorlar…

Yani bir anlamda onurlu bir şekilde askere gittiklerini duyurmaya çalışıyorlar!..

 

Derken, slogan konvoyu benden bir hayli uzaklaştı…

Onların gürültüsünden uzaklaşıp, yalnız başıma kalınca bende; bir yandan yol alıyor ve bir yandan da şunları düşünüyorum;

 

“Vay be!…”

“Gençlik heyecanı ne kadar güzel şey!”

“Şimdi gerçekten bunlar askere gitmenin sevincini mi yaşıyorlar?”

“Tedirginliklerini ötelemek için; mezarlığın yanından geçer gibi türkü mü söylüyorlar!..”

“Yoksa çevreye ‘çok kahraman’ olduklarını mı ifade etmeye çalışıyorlar!..” gibi…

Buna benzer düşünceler yumağı içinde yol alıyorum…

Ve bir yandan yürüyor ve bir yandan da (hayali olarak) onlara şu soruları sorsam, acaba nasıl bir yanıt alırım diye düşünüyorum;

(ve onların vereceği yanıtı da üç-aşağı beş yukarı şöyle tahmin ediyorum;)

 

Ve hayali olarak da olsa soruyorum;

“Askere gitmeyi bu kadar çok mu seviyorsun?”

Muhtemelen verdiği yanıtlar şöyle olacak;

“Elbette çok seviyorum.”

“Askerlik bir vatan borcudur”

“Asker Ocağı, peygamber ocağıdır”

“Askerlik her Türk gencinin vazifesidir”

 

Tam ben burada araya girerek;

“Askerlik her Türk gencinin vazifesidir. peygamber ocağıdır diyorsun ama her Türk genci peygamber ocağına gitmiyor. Onun yerine ‘bedel’ ödüyor buna ne dersin?”

 

Yine büyük ihtimalle ‘yanıtı’ şöyle olacaktır;

“Vallahi orası da öyle emme…emme’si var işte!”

“Onlar zengin, biz fakir, yapacak bir şey yok”

“Zenginlerle de aşık atacak halimiz yok ya!”

“Hani ne demişler; kiminin parası, kimin duası”

“Demek ki; Allah onların alnına öyle, bizim alnımıza da böyle yazmış..Allah’ın yazdığı yazıya da karşı gelecek halimiz yok ya!”

“Ne yapalım; yaralanırsak ‘Gazi’ ölürsek ‘Şehitlik’ mertebesine ulaşırız bizlerde!” gibi…

Buna benzer ‘yanıtlar’ verirlerdi diye düşünüyorum…

 

Yine hem yürüyor ve hemde düşünüyorum;

“Yahu benim bildiğim eskiden gündelik yaşamın içinden herkes birbirinden farklı da olsa; zengin-fakir, ünlü-ünsüz, şöhretli-şöhretsiz statü farklılıkları içinde de olsa; askerlik konusunda herkes (belli süre) aynı statüye tabiydi…

 

Örneğin; ünlü sanat güneşi Zeki Müren, askerliğini Bilecik’te (Yedek subay olarak da yapsa) köylü Mehmet dayının oğlu, Irgat Hüseyin’le birlikte yaptı…

 

Ünlü sinema oyuncusu Yılmaz Güney ve Ediz Hun, Kemal Sunal, askerliklerini ‘Er’ olarak, Hasan emminin çoban oğlu İdris’le, okur yazar olmayan Davut’la birlikte yaptı!…

 

Bu ülkenin başbakanlığını yapan ünlü siyaset adamı Bülent Ecevit bile askerliğini ‘Er’ olarak, köylü çocuklarıyla birlikte yaptı…

 

Ama ya şimdi?

Ama ya 12 Eylül’den sonra?

“Vatan borcundan” herkes vakti geldi mi borcunu ödüyor mu?

Sizlerin yanıtını şimdiden duyar gibiyim;

 

“Evet ödüyor” diyorsunuz…

“Kimi bir çatışmada sakat kalarak ödüyor”

“Kimi ‘şehit’ unvanı adı altında canıyla ödüyor”

“Kimi askerlik dönüşü ‘işsiz’ kalarak ve iş arayarak ödüyor!”

“Kimileri de ‘peygamber ocağında’ yatıp kalkmadan, karavanaya kaşık sallamadan ve askere gitmeden ‘nakit’ ödüyor” dediğinizi ta buradan duyar ve hisseder gibiyim!…

“Yanılıyor muyum?” bilemem…

 

Haydaaaaa!..

Bugünkü sohbette bayağı uzun oldu gerçekten…

Neyse..

Bir başka sohbette buluşmak üzere;

Hoş kalın,

Hoşça kalın…

Üstelik bu konuşmaları da başkası duymasın aramızda kalsın!..

Ne olur, ne olmaz; neme lazım!…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?