Şaban KARAKAYA
Şaban KARAKAYA
saban@giresungundem.com
BİZLER BİR KÖY ÖĞRETMENİYDİK BİRBİRİMİZİ ZİYARETE GİDRERDİK
  • 0
  • 192
  • 28 Eylül 2020 Pazartesi
  • +
  • -

Yurtseverdik,
Devrimciydik,
Mesleğine sevdalı;
68 kuşağının öğretmenleriydik..
Bekardık…
Ara-sıra karşı cinsimize sevdalanırdık!
Ama meslek aşkımızı bu işe karıştırmazdık…
Kimimiz küçük bir kasabada öğretmendi…
Kimimiz yolu-izi olmayan bir köyde…
Kimimiz ise ulu-kuşun gelip geçmediği bir mezrada;
Sadece öğrencileriyle baş-başa yaşayan öğretmenlerdik…
Bizler; birer köy öğretmeniydik…
Doğru-dürüst yemek pişirmesini bilmezdik…
En iyi bildiğimiz ve pişirdiğimiz yemeklerse;
Kırmızı mercimek çorbası,
Yağda yumurta,
Bulgur ve pirinç pilavı…
Birde arkadaşlarımız ziyarete geldiğinde köy tavuğu pişirirdik…
Ve böylesi günlerde ‘bayram’ ederdik!
Bu kısa genellemeyi yaptıktan sonra şimdi hoşgörülerinize sığınarak ve izin verirseniz;
Olayı kişiselleştirerek…
Yarım asır geriye dönüp, yaşadığımız o güzel anılardan bir kesit sunmak istiyorum…
Ve konuyu daha fazla dallandırıp-budaklandırmadan da konuya giriyorum;
Öğretmen okulundan mezun olunca ilk görev yerim; Dereli Meşeliyatak köyü oldu…
Lojmanda okul müdürü ikamet ettiği için biz üç arkadaş, okulun ‘Beslenme Odası’ diye tabir edilen küçük bir oda da kalıyoruz…
Cumartesi öğleyin de okul hafta sonu tatiline giriyor…
Öğretmen köyde kalmak zorunda..
Yani hiçbir yere gidemiyor…
Gitse-gitse ancak köyün bağlı olduğu kasabaya kadar gidebiliyor.
İlçe dışına çıkmak ise; ilçe ilköğretim müdürlüğünün iznine bağlı…
Yani il merkezine gitmek istiyorsan idareden izin almak zorundasın filan…
Sözü uzatmayalım…
Bende ilk yıl hafta sonları gidiyorum Dereli ilçe merkezinde bulunan baba evime…
İlçe merkezine inince, haliyle kendi yaşıtımız meslektaşlarımızla buluşuyor ve o günün sosyal yaşamı neyse ona ayak uydurmaya çalışıyoruz….
Yani;
Futbol oynamaya gitmemiz gerekirse, futbol oynamaya gidiyoruz…
Yok; örgütsel bir sorumluluk olayı varsa onları oturup konuşuyoruz…
Ve çoğu kez de ‘Dost Meclisi’ oluşturup, birlikte kafayı demliyoruz…
Dost meclisinde daha çok birlikte olduğumuz arkadaşlarımızdan biriside lakabına ‘Pamuk’ dediğimiz Yakup Özgüven’di…
Bu ‘pamuk’ lakabını ona hangi gerekçeyle vermişler?
Doğrusu onu pek bilmiyorum ama..
‘Pamuk’ gibi bir yüreği vardı sevgili arkadaşımız Yakup Özgüven’in…
Sinir uçları doğuştan mı yoktu!
Yoksa dünyaya geldikten sonra mı sinir uçları köreldi onu da bilemem…
‘Sinirlenme eylemini’ kullanmazdı Yakup arkadaşımız..
Yani ‘sinirlenmek’ istese de sinirlenemezdi….
(Hatta biraz abartılı olacak ama;) sinirlenenlere özenirdi!
Ve yapmacık ‘sinirlenmeyi’ bile beceremezdi…
Yemeklerden en çok pilavı severdi Yakup arkadaşımız…
Hem de öylesine çok sever, öylesine çok severdi ki pilavı…
Söylemesi ayıp; “Yakup, filan köydeki öğretmen arkadaşlar pilav pişirmişler” dense…
Adeta; “Hadi kalk oraya gidelim” derdi…
Ve üstelik pilavı da ekmekle birlikte yerdi…
Ki; bana da ekmekle pilav yemeyi Yakup arkadaşımız öğretti…
Yakup Özgüven arkadaşımız Ünye merkezdendi…
Öğretmen olduğunda ilk görev yeri Dereli merkez ilçesi Atatürk İlkokulu idi…
Stajyerliği kalkınca ‘asker öğretmen’ olarak Eğrianbar Köyüne tayin edildi…
Yani; Ben Meşeliyatak köyünde… Yakup ise komşu köy Eğrianbar köyünde öğretmendi…
İki akşamda-bir birbirimizin yanına konuk giderdik…
Dost soframızda gece yarılarına kadar sohbet ederdik..
Bazen ‘yatıya’ kalır, bazen gece yarısı kendi köyümüze geri dönerdik…
Devrimciydik…
Yurtseverdik…
Demokrattık…
Bir kere birlikte olmayalım;
Sabahlara kadar ülkemizin karanlıklardan kurtulması için kafa yorardık!…
‘Kitap okuma’ alışkanlıklarımız arasındaydı…
Ne zaman güncel bir kitap çıksa; genellikle Yakup hepimizden önce alırdı;
Ve yeni aldığı kitabı bizden evvel okumanın havasını basardı!
Yakup Özgüven arkadaşımız Ünyeliydi…
Ve oturduğu ev; Mahir Çayan’ların, İngilzleri kaçırdığı Üst’le, Otelle karşı-karşıya;
Beş metre aralık var-yok; kapı kapıyaydı…
Mahir Çayan ve arkadaşları İngilizleri kaçırdığı gece Yakup’la birlikteydik…
Radyo haberlerinden ‘kaçırma’ olayını duyunca; Yakup’un beti-benzi attı…
Yani “acaba bizim evdekilere de müdahil olmuşlar mıdır?” diye yüzünü korku ağıdır sardı…
Hafta sonu Ünye’ye gitti Yakup…
Tekrar köye döndüğünde kutsal bir öyküyü anlatırcasına anlattı Mahir Çayan’ın nasıl kaçırdığını İngiliz teknisyenleri…
Sır olarak da saklamamızı istemişti…
Veeee!..
Veee!
Ve;
Ne demek istediğimi ve konuyu nereye bağlamak istediğimi sezenler sezmiştir de…
Yine de açık-açık söylememde yarar var….
Meğer bu anılarını paylaştığım sevgili arkadaşımızı dün sabaha karşı kaybetmişiz…
Yani;
Kimseleri rahatsız etmek istememiş…
Ve sabaha yakın yatağında can vermiş.
Görünen o ki;
Birer birer tükeniyoruz…
Şu sıralar gözümüzü dünyaya sevdiklerimizin acı haberiyle açıyoruz…
Bu durumlarda ne söylenebilir ki?
Söylense söylense yine o klasik sözler söylenir;
Güle güle git sevgili arkadaşımız,
Meslektaşımız,
Can yoldaşımız,
Güle güle git…
Yolların ışık,
Mekanın cennet olsun..
BİLGİ NOTU;
1. Fotoğrafta sevgili arkadaşımız Ahmet Tuncer Elmalı’nın evinde akşam yemeği konuğuyuz.
Soldan sağa: Evin küçük kızı İlknur, ben, Yakup ve arkadaşımız A.Tuncer Elmalı..
2. Görsel ise; Meşeliyatak köyü İlkokulunun kapısında konuğum Yakup’la birlikteyiz.

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • ÇOK OKUNAN
  • YENİ
  • YORUM