CAMİLER VE CEMAATLE NAMAZ

CAMİLER VE CEMAATLE NAMAZ

Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat uleması, Edille-i Şer’iyye-yi  :”Kitap, Sünnet, İcma-i  Ümmet ve Kıyas-ı Fukaha” olarak tespit emişlerdir. Bu dört Şer’i Delilden ilk ikisi, yani “Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye” diğer iki delile de kaynaklık ettiklerinden, öz ve ana kaynak sayılıyorlar.

Kur’an-ı Kerim Necm Suresi’nde, “O (peygamber) hevasından konuşmaz. O, ancak kendisine vahy edileni söyler” buyurmaktadır. Dolayısıyla, Efendimiz(sav)’in tereddüt ve şüphe taşımayan, mütevatir, sahih Hadis-i Şerif’leri ümmetin tamamını aynı oranda bağlamaktadır, ilgilendirmektedir, bu yükümlülükten kaçınanlar veya kendilerini muaf sayanlar yanlış yaparlar.

Tüm zamanların ve mekânların tartışmasız önderi, lideri Efendimiz bir Hadis-i Şerif’lerinde: ” Cemaatle kılınan namaz, yalnız kılınan namaza oranla yirmi yedi derece daha fazla sevaptır.” buyurmaktadırlar. Hâl böyle olunca, genel olarak cemaatle namazların eda edildiği mekanlar olan camiler ve mescidler ile beraber, cemaate namaz kıldıran imamların durumu da önem arz eder.

Bilindiği üzere, Peygamber Efendimiz’in yaşadığı Asr-ı Saadet’te ve daha sonraki dönemlerde Camiler ve mescidler, bu günkiler gibi şatafatlı, icili-bicili, süslü-püslü değillerdi, ama konumları ve işlevleri bu günlere oranla çok daha mübarek ve mukaddes idiler.

Bu gün belki birilerinin nefislerini tatmin etmek, hayr-u hasenat yapmış olmak adına, ihtiyaçlar ve zaruretler fazla dikkate alınmadan milyarlarca lira harcanarak yapılan lüks, fantazi ağırlıklı camiler; daha önceki basit, sade ve fazla masrafa gerek duyulmadan inşa edilen camiler ve mescidler kadar huzur vermiyor. Vermiyorlar, zira son zamanlarda bu mukaddes mekânların fonksiyonu istismara uğradı, bu itibarla da, İslâm’ın tebliğ edildiği, anlatıldığı medreseler olmaktan uzaklaştı; adeta insanların avutulduğu, uyutulduğu, oyalandığı merkezler haline geldi, bekleme istasyonlarına dönüştürüldü.

Bu  ifadelerin bazıları tarafından doğru anlaşılamayacağını, bazıları tarafından yanlış yorumlanacağını, bir kısım insanlar tarafından da kasıtlı olarak saptırılacağını, istismar edileceğini tahmin ederek konuşuyorum. Yanlış anlaşılma riski var diye, doğruları gündeme taşımaz isek, bunun vebali daha da ağır olur; susmak, meselelere ilgisiz kalmak doğru değildir.

“Canım olur mu böyle şey? Camilerde din görevlileri ne güzel dini meseleleri anlatıyorlar, va’z ediyorlar. Neden böyle konuşuyorsun?”  diyenler olabilir. Her konuda olduğu gibi, bu hususta da sayıları çok az olan istisnaları bir kenara koyarak, görevini bi-hakkın ifa eden, ya da etme gayretinde olan samimi görevli kardeşlerimizi tenzih ederek ifade etmek istiyorum ki, vaz’u nasihatla görevli olan insanların bir bölümü, rızık başta olmak üzere, bir takım korku ve endişelerle  bazı Ayet-i Celile’leri cemaate açıklama, tebliğ etme riskini göze alamıyorlar. Bazıları ayet ve hadis meallerini tebliğ ediyor ama eğip-bükerek, saptırarak, yanlış yorumlayarak… Bazı vazifeliler ise bunlara gerek bile duymuyor, işin farkında bile değil….Yani, evlerinin önü incir ağacı…Bazı görevliler ise yetersiz, ehliyetsiz, kifayetsizler.

Bunlar camilerin konumu, fonksiyonu ve art niyetli olmamakla beraber, cesaretsiz, kifayetsiz, liyakatsiz ve duyarsız tebliğ ehli  ile ilgili olan sıkıntılardır. Bir de, bizatihi ilgisiz, omurgasız, iyi niyetten yoksun görevliler, imamlar, ya da imamet görevini eda edenler ile ilgili dertlerimiz var dır ki, işin bu boyutu çok daha vahimdir ve içler acısıdır. Kur’an-ı  Kerim’i ve Din-i İslâm’ı Mübin-i  insanlara tebliğ etmesi gereken bir bölüm görevliler mevcut ki, açık ve net olarak hakkında hüküm bulunan bazı haramları, zamanı, mekânı ve bazı şartları öne sürerek, sakıncalı saymama, utanmasa  “bunlar normaldir” deme noktasına gelmiş bulunuyorlar. “Toplum zaten bozukmuş, doğruları söyleseler ne değişecekmiş !!!”

Hakikaten bu durumu izah etmekte zorlanıyorum, kelimeleri seçerek ve dikkatli kullanmaya gayret ediyorum ama, bu sefer de kendimi  anlatamıyorum. Bazı insanlar bilerek-bilmeyerek haramlar konusunda esnek tavır gösteriyorlar ki, bu Müslüman’ca bir tavır asla olamaz. Böyle durumlarda iman cenahında arızalar oluşur ki, bu telafi edilmedikçe eda edilen ibadetler ifsat olur, kayda değer bulunmaz. Bu konumdakiler ancak havanda su dövmüş olurlar, kendileri bu durumu kabul etmeseler de değişen bir şey olmaz.

Muteber fıkıh kitaplarında, “facir(günahkâr) imamın arkasında kılınan namaz caizdir” hükmü yer alır; ancak “itikadî” konulardaki arızalar ile ilgili böyle bir hüküm hiç bir eserde yoktur.

VE’L HÂSIL-I KELÂM; bir tarafta, Allah’ın ve Peygamberinin istediği, emrettiği ve razı olacağı şekilde İslâm’ın anlatılmadığı/anlatılamadığı, anlatılmasına fırsat tanınmayan camiler ve mescidler; diğer tarafta ise haram-helal hudutlarına tecavüzde sakınca görmeyen, böyle düşünen, böyle anlatan imamet görevini üstlenmiş imamlar…Böyle mekanlarda, böyle insanların arkasında cemaatle kılınan namazlar ve yukarıda beyan ettiğimiz o meşhur Hadis-i Şerif…Her şeye rağmen dileğimiz ve niyazımız odur ki, Allah kabul ve makbul eylesin…Söylenecek en son söz bu olsa gerek.

Selâm ve dua ile….

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?