ÇOCUKLUĞUMUZDA HEPİMİZİN DÜNYASINDA BİR KANDIRILMIŞLIK ÖYKÜSÜ MUTLAKA VARDIR.

ÇOCUKLUĞUMUZDA HEPİMİZİN DÜNYASINDA BİR KANDIRILMIŞLIK ÖYKÜSÜ MUTLAKA VARDIR.

Bahar Mart ile başlar Nisan’da rengârenk cümbüşüne dönüşür. Kâh güneş, kâh yağmur. Apayrı bir güzellik sergilerde yanan yürekleri söndüremez. Artık günlük yaşamda her gün duyduğumuz şehit haberlerine neredeyse öfke ile karışık yangın yerine dönen yüreklere alıştık galiba.

Nisan benim için çok özeldir. 1 Nisan’da sevgili babamı toprağa verdiğimiz gün 22 Nisan’da ise son beşiğimiz sevgili kız kardeşimin doğum günüdür. Ve ardından gelen hepimizin mutlaka güzel bir anısı olan 23 Nisan gelir. Bize ne bundan diyebilirsiniz. Çok ilginçtir ki bu satır dizelerinde bir bebeğin doğum hikâyesini okuyacak ve sonunda hepinizin doğumlar ile ilgili anıları gelecek aklınıza. Kiminiz gülecek, kiminiz ise üzüleceksiniz. Henüz daha 5 yaşında mini minnacık bir çocuğum. Annemin   bebek beklediğinden haberimiz dahi olmadı. Sürekli midesini tuttuğunu hatırlarım hep. Bu duruma dayanamayan babam alır annemi z doktora götürür. O zamanlar Rize’nin   Kalkandere kasabasındayız.  Rahmetli babam banka da muhasebeci. Çok şirin bir evde oturuyoruz. Alt kat banka. Üst kat ise çift daireli lojman. Bitişiğimizde Müdür amcalar oturuyor.  Kocaman bir bahçesi ve kenarından akan güzel bir dere. Kasabalarda o zamanlar  nerede uzman doktorlar.  Sadece şimdiki tabirde pratisyen denilen Hükümet Tabipleri.  Annemin beş aylık hamile olduğu anlaşılır. Zaten 5 kardeşiz, en küçük erkek kardeşim 3,5 yaşında. Babam ve annem biraz şaşkında olsalar mutlu olurlar.

Derken; Gelir doğum ayları.  Günlerden  “ 22 Nisan ve Pazar” .

Sabah uyandığımızda annem sancılar içinde kıvranıyor, babam ise telaş içinde. Derken evimize gelen konuk sayısında bir artış gözlenir.   Birden Türkan teyzenin sesi ile kendimizi buluruz. 5 çocuk Türkan teyzenin 5 çocuk da biz. O yıllarda maşallahımız vardı. “Bütün çocukları evden çıkarmalıyız diyor.”  Ardından çocuklar şimdi hepiniz dere kenarına gidiyorsunuz. Biz sizleri çağırana kadar eve gelmiyorsunuz. Çok iyi takip edin, dereden size kardeş gelecek. Kendi  kendime, hani bebekleri leylekler getiriyordu dere nereden çıktı şimdi?

Elma ve çay bahçelerinin aralarından süzülerek dere kenarına iniverdik. Bu sefer bebeği sen tutacaksın ben tutacağım, ya tutamaz isek kaygıları başladı. Büyük ablalarımız bizleri büyükten küçüğe doğru sıraya dizdiler. Eğer büyükler tutamaz ise artçı birlik olarak biz devreye girecektik. Hiç unutamıyorum O kadar çok kalmışız ki dere kenarında içimizde ki isyanlar harekete geçer. Ağır ağır kararmaya başlayan hava ile derenin rüzgarı bizi çarpmıştır. Ablamlar kendi aralarında bir karar alır. Yarımızın eve gidip bebeğin gelmediğini söyleyecek yarı kısımda beklemeye devam edecekti k ki ! . Tam o sırada yokluğundan dahi haberimiz olmayan küçük erkek kardeşim koşarak bize doğru geliyordu. Yarım Türkçesi ile “Burada boşuna bekliyorsunuz. Ben  gördün bebek annemden geldi”…

Ne acı;

Ve hala kardeşim çok küçük olduğu için ona inanmıyor, bebek dereden gelecek diye haykırıyoruz. O ise kuş gibi çırpınıyordu.

Ben gördüm…

Ben gördüm…

Ben gördüm bebek annemden geldi.

Çünkü kardeşime inanmıyorduk…

Çünkü büyükler yalan söylemezlerdi.

Beş yaşımda unutamadığım ve tek bilinçlendiğim olay ne diye sorarlarsa bebekleri ne leylekler getirmişti nede dereden geliyordu. Düpedüz annem doğurmuş dediğim tek gerçektir. İlk gerçeği öğrenirken kandırıldığımız öğrenmek biraz içimizi acıtsa da hepimiz büyük bir coşku ile evin yolunu tuttuk.  İlk kez bir bebeğin varlığını hissedecektim. Ne muhteşem duygu. Ve her 22 Nisan da bu olayı hatırlarım.   Farkında olmadan büyüklerimiz hayatımıza bir yalan sokmuşlardı. Ne vardı sanki doğruyu söyleselerdi.  Yıllar sonra bunun gibi birçok olayları hatırladıkça kandırıldığımız aşikâr bir biçimde ortaya çıkıyor. Son zamanlarda ortaya atılan o kadar çok sapkın ifadeler var ki!!!

Yürekler acısı, okuma yazma bilen ve her şeyden haberdar olan çocuklarımızı düşünmek dahi istemiyorum. Düşünsenize , bu iddia geçen yıllarda da gündemi bir hayli oyalamıştı.  İsmi lazım değil, İslami  yazar olarak anılıyor.  Külahta dondurma yemenin ayıp olduğunu ve dondurmayı icat edenlerden ahirette davacı olacağını yazıyor.  Geçenlerde yolda yürürken annesinden dondurma isteyen çocuk geldi aklıma.

Aynen şöyle diyordu “ Anne ben şimdi senden dondurma istesem ve sen dondurmayı alırsan bize ayıp mı olur? “… Anne bir müddet susuverdi. Ne söyleyeceğini bilemedi.  Sahi ayıp mı?  Dondurma yemek.  Onca ayıplar yerleşmişken hayatın ortasına tek suçlusu dondurma mı?

Ne tezat döngü içerisindeyiz.

Önce çocuktur diyor kandırıyoruz, büyüdükten sonra gerçeklerle yüzleşince yasaklar ve ayıplar içerisinde çırpınıp duruyoruz….

Keşke bu insan son günlerde iyice gün yüzüne çıkan çocuk tacizcilerinin yakasına ahirete göç etmeden dünya gözü ile yapışsa da hep birlikte alkışlasak.

Keşke dışarıda hamile gezmenin, dondurma yemenin doğal hayattan sayıp çocuklara uzanan kirli ellerin cehennem ateşinden bahsetse.  Yine hep birlikte alkışlardık.

Keşke tüm aileler dozunu kaçırmadan çocuklara başkalarına fırsat vermeden dini ve cinsel konuda bilgi verse. Dilimize Arapça dan geçen Müstehcen nedir ? Ne değildir ?(ayıp)  öğretsek.

Eskiden ayıp saymış ailelerimiz. Yeniler ise iyice serbest kalmış. İki arada bir derede sıkışıp kalmışız.  O kadar çok sıkıntılarımız var ki!  Hepsini unuttuk. Hamile sokağa çıkılır mı ?..Külahta dondurma yemek  müstehcen mi ?..Bunları Kalbi kanayan Ülkemin ortasına cuk diye oturttuk.

Şimdi çocuklar sorsa, Hamile kadınların sokakta gezmesi ayıp ise bizler neden dünyaya geldik deseler ne cevap verir anneler. Vesselam böyle uzar gider cümleler…

 

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?