Dedemden Nasihatler

Dedemden Nasihatler

Farkında mısınız bilmiyorum ama eğitim düzeyimiz artıkça insanoğlunun yapmış olduğu hata oranları, iletişim kopuklukları, şiddet, taciz ve tecavüzler bir çığ gibi çoğalıyor. Zaten terör yüzünden Ülkemin kalbi kanıyor.

Acaba alt yapısı oluşturulmadan hayatımızın içine yerleşen teknoloji insanları farkında olmadan eğitimli canavarlara mı dönüştürüyordu? Galiba öyle oldu. Çocukluğumda yaz aylarında yayla cenik arasında mekik dokurduk. Gündüz dağ, tepe derken çamurdan kâh ekmek, kâh oyuncak yapar; akşam olunca da soluğu ya dere kenarında, ya da çeşme başında alır, elimizi ayağımızı yıkadıktan sonra dedemin nasihatlerini dinlerdik. Aklımda kalan en güzel nasihatinden ikisi hayatım boyunca bana kalkan olacaktı.

“Bir gün köyün birinde bir çoban varmış. Canı sıkıldığı zaman akşam eve dönme vakti avazı çıktığı kadar bağırırmış. ‘Koyunları kurt kaptı, kurt kaptı…’ Bunu duyan köylüler feryadı figan koşarlarmış. Gördükleri manzara karşısında şaşkın şaşkın homurdanırlarmış. Çünkü çoban yalan söylüyormuş. Çoban bu olayı birkaç kez tekrarlamış. En sonun da sahiden sürüyü kurt kapmış. Çoban yine feryat figan ama köylü hiç umursamamış. ‘Nasılsa yine yalan söylüyordur’ diye düşünmüşler. Böylece bütün köyün koyunlarını yiyen ve telef eden kurt sürüsü; ‘Zafer bizim’ diye bayram etmiş.”

Dedemin bu nasihati bu yaşıma kadar benimle geldi. Ve dedem derdi ki; ‘Siz, siz olun asla gözünüzle görmediğiniz, kulağınızla duymadığınız hiçbir konu hakkında yorum yapmayın.’ Dedem okumuş ve güngörmüş bir insandı. Hatta bir dönem İl Genel Meclis Üyeliği yapmış ve o sırada trafik kazası geçirince siyasetin ona iyi gelmediğini düşünerek görevinden istifa etmiş.

Dedem çok farklı bir insandı. Akşam karanlığına kalan yaya yolcuyu yolundan çevirir, karnını doyurur, gece yatacak yerini sağlar ve sabah namazından sonra da yola çıkmasını sağlardı. Bazen çocuk aklımla sorardım: ‘Dedem, hiç tanımadığımız insanları alacakaranlıkta çağırıyor ve misafir ediyorsun. Ya bize zarar verirlerse’ diyordum. Dedem de; ‘Evladım insana nasıl davranırsan öyle cevap alırsın. Ben onların güvende olması için yollarına devam ettirmiyorum. Gecenin geç vaktinde gidecek olduğu yere kadar karşısına bin bir türlü tehlike çıkar. Sonra yazık, aç susuz gitmenin ne gereği var. İnsan, insana dar gününde yardım etmez ise insanlığın ne önemi kalır’

Ne kadar anlamlı bir söz değil mi? Peki şimdi biz insanlığın neresindeyiz? Güven duygularını yitirmişiz. Teknoloji araçlarını kullanarak oturduğumuz yerden biri düğmeye basıyor. Diğerleri de hep birden hücum ediyor. Çıkarlarımız uğruna hakkımız olmayan birçok şeyi hak gösterip sahiplendik. Dışarıda şirin görünüp içeride her haltı yiyen bir topluluk haline geldik. Doğrudan ürettiğimiz yalanlar ile hayata yeni doğrular türettik. Hakkımız olmadığı halde öyle yalanlar söyledik ki, insanların daha inanmasını beklemeden kendimiz inandık. Bir suç işlendiğinde, işlenen suçun nedenlerini araştırmadan peşin hükümler verdik. Teknolojinin iyi kullanılmadığı takdirde hayatımızı yok edeceğini hiç hesaba katmadan hırslarımıza, öfkemize, intikam duygularımızın gelişmesine, daha da ötesi içimiz de bir canavar büyümesine izin verdik. Sonra hep birlikte suçlu arar olduk. Suçlunun kendimiz olduğunu unuttuk.

Galiba insanların bugünden daha doğru olduğu zaman olan çocukluğumu özlüyorum. Güven duygusu var olan çocukluğumu özlüyorum. Yalanların olmadığı, insanın insana sevgi ile baktığı ve her akşam saat 20.00’de hayatın içinden güzel aile örnekleri ile sunulan ‘Arkası Yarın’ları özlüyorum. Şiddetin kol gezmediği, gece komşuya giderken; ‘Başıma bir olay gelir mi?’ diye düşünmeden gitmeleri özledim.

Yalansız, çıkarı olmadan çıkarsız sevgiyi özledim. İnsanların birbirine insanca davranacağı günü özledim. Kadın erkek ayrımı yapmadan insana insan olarak değer verilen günleri özledim. Yıllar sonra anladım ki, dedemin her akşam ve sabah bizlere anlattığı menkıbeler; en güzel okulmuş meğer. İlkokulda ailemden aldığım sevgiyi pekiştiren öğretmenime, ortaokulda derslerin yanında hayata dair birçok konuyu geliştiren öğretmenlerime, lisede bunca sevgi dolu geçen yılları bir kenara fırlatıp kavga içerisinde yok olmamama verdiği güven ile sağlayan babama çok teşekkür ederim.

Galiba en güzel okul, dedemin okuttuğu hayat okulu idi. Bu yüzden hayatım boyunca para yerine insan biriktirmenin daha önemli olduğunu anladım. Güzel bir Kızılderili atasözü ile gönlünüzce güzel geçen bir hafta sonu dilerim.

‘Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.’

Saygı ve sevgilerimle.

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?