DEMOKRASİ KÜLTÜRÜMÜZ TEPEDEN TIRNAĞA PÜRÜZ

DEMOKRASİ KÜLTÜRÜMÜZ TEPEDEN TIRNAĞA PÜRÜZ

Sevgili dostlarım,
Saygıdeğer sayfa sohbeti arkadaşlarım,
Bugünkü sohbetimiz;
‘Demokrasi Kültürümüz’ üzerine olsun mu?
Sizden önce kendi soruma ben yanıt veriyorum;
Bence olsun..
Hatta baştan söylemedi demeyin.
Bu tür konulardan canı sıkılıp, uzak durmaya çalışanlar varsa;
Okumasın.
Bizde “demokrasi kültürü hangi aşamada acaba?” diye merak edenler varsa okusun…
Ancak izniniz olursa, herhangi bir yanlışlığa meydan vermemek için, demokrasinin ve demokrasi karşıtı yönetim biçimleri üzerine sözlük tarifi nasıl yapılmış, kısaca onları paylaşmak istiyorum…
DEMOKRASİ: Vatandaşların organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşik hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir. diye yazıyor.
FAŞİST YÖNETİM: yalnızca kendi düşüncesinin doğruluğa inanan ve diğerlerini kendisi gibi düşünmeye zorlayan kimsedir.
DİKTATÖRLÜK; Elinde mutlak ve sınırsız bir otoriteye sahip olan yöneticilere verilen tanımdır.
KRALLIK: Babadan oğula geçen, oğulları yoksa kızlarına geçen, eğer kızları da yoksa kralın akrabalarına geçen yönetim biçimi.
PADİŞAHLIK; (Farsça bir sözcük) ve daha çok İslam hükümdarları tarafından kullanılan ve yücelik belirten bir unvan.
SULTANLIK: Güç ve otoriteyi elinde bulunduran yönetici.
(Emirlik gibi bazı yönetim biçimleri de var ama onları geçelim.)
Şimdi yukarıdaki yönetim biçimlerinden biz hangisine giriyoruz?
Demokrasi?
Faşizm?
Krallık?
Padişahlık?
Sultanlık?
(hadi sizlerinde bildiği bir yönetim şeklini de ben ekleyeyim;)
Siyasi Lider Saltanatı?
Galiba biz ‘demokrasi kılıfını’ kullanarak; ‘Siyasi Lider Saltanatı’ tanımına daha uygun düşüyoruz gibi geliyor bana…
Siz nasıl düşünürsünüz onu bilemem…
Her neyse…
Sohbet yazımızın ‘üst başlığında’ kullandığım;
“Demokrasi Kültürümüz- Tepeden Tırnağa Pürüz” konusunun merkezine tekrar geri dönecek olursak;
70 yıllık demokrasi yolculuğumuzda bir türlü demokrasi kültürünü besleyip büyütemedik gitti.
Veya da boyumuza uygun bir demokrasi kıyafeti uyduramadık!
Yani demem o ki; “ya dar geldi, yada bol!”
Her ne kadar -demokrasi adına- seçimden seçime önümüze bir sandık koyulsa da!…
Her ne kadar -siyasi efendilerimiz tarafından- meydanlarda nurlu vaatler üzerine ‘demokrasi nutukları’ atılsa da!..
Her ne kadar “millet bizim başımızın tacıdır, milli irademizin vazgeçilmez ilacıdır” denilse de!..
Her ne kadar siyasi liderlerimiz ve efendilerimiz; “Hak, hukuk, eşitlik ve sosyal adalet vardır” diyenler -havanda su dövenler gibi- günden güne çoğalsa da!…
Ve her ne kadar vazgeçilmez formalitelerimizin içerisinde;
“Herkes, seçme ve seçilme hakkına çoğunluğun istediği şekilde sahiptir” ibaresi kullanılsa da!…
Bizim demokrasimiz, siyasi liderlerimizin iki dudağı arasındadır…
Bizim demokrasi uygulamamız, siyasi liderlerimizin kutsal işaret parmağının gösterdiği yerdedir!
Yani bizde demokrasiyi bilirse; en iyi siyasi liderlerimiz bilir!
Yok, eğer bu uygulamayı tabana bırakılacak olursa; o zaman halk demokrasiyi yüzüne-gözüne bulaştırabilir!
Onun için “ebe çok olursa, çocuk ters gelebilir” ata sözümüzü kendilerine rehber edinen siyasi büyüklerimiz, bu işi kendileri halletmektedir!
Parlamentoya milletvekili mi götürülecek; bunun kararını verse verse,
ayaklar değil; başımızda bulundurduğumuz ‘başlar’ verir!
Bir il’e, ilçeye, beldeye belediye başkanı mı gerekli; bunu zamanı gelince o mahalli yönetimin ‘başkanını’ en iyi liderler atayabilir!
Bir üniversiteye rektör mü atanacak; bununu önce o üniversitede bulunan akademik kadroya -göstermelik olarak- bir ön seçim yaptırılır ve yinede en son kararı liderlerimiz verir ve en son sırada ‘tercih edilen’ rektör adayını saygıdeğer liderlerimiz “Siz yanlış düşünmüşsünüz” dercesine, yine kendisi atama yaparsa, demokrasimiz rayına oturabilir!
Yoksa, siyasi liderlerimizin düşüncesine ters gelen düşüncelere demokrasi mi denir Allah aşkına?
Bu tür düşüncelere dense dense; “başı bozukluk” denir!
Onun için ‘demokrasi adına’ verilecek kararların en iyisini yinede siyasi liderlerimiz verebilir!
Ve eğer demokrasi yeşerecekse; ancak böyle yeşerebilir!
Öyle değil mi ama?
Sohbetimizi özetleyerek sonlandıracak olursak:
Demokrasi konusunda siyasilerimiz böyle düşünüyorlar da, sanki akademisyenlerimizin birçoğu farklı mı düşünüyor?
Onların birçoğu da siyasi liderler gibi düşünüyor!
Hatta bu tür akademisyenlerden birisi demokrasiye değilde;
“Ben her zaman cahil halkın ferasetine güveniyorum” demedi mi?
Ne çabuk unuttuk…
Hatta bu söz tarihin altın sayfalarına yaldızlı harflerle yazıldıktan sonra en büyük ‘siyasi liderimiz’ bu zatı muhteremi ödüllendirerek YÖK Denetleme kurulu üyeliğine atayıverdi…
Yalan mı?
Yanlış mı biliyorum yoksa?
Her neyse…
Son söz;
Ülkemizde 81 milyon insan büyük bir heyecanla ve nefesini tutmuş bir şekilde hala liderler tarafından açıklaması yapılmayan ‘belediye başkan’ adaylarının kim olacağını merak ediyor…
Tabi birde “acaba bu seçimlerde ne kadar ayak oyunları olacak?”
“Kim, kimin oyunu ne kadar çalacak?”
“Hangi ahından ve boş virane yapılardan kaç sahte seçmen çıkacak?”
“Sadıktan çıkan oylar doğru mu sayılacak?”
“Acaba bu seçimde dört küsur milyon Suriyelinin kaçta-kaçı oy kullanacak?”
“Üstelik ülkemizde 7-8 milyona yakın Suriyeli, Afganlı ve Iraklı göçmen var. Acaba bunlarda sahte seçmen kartı kullanarak oy kullanacak mı?”
“Simsiyah çarşafların altında oy kullananların kim olduğu acaba nasıl tespit edilecek?”
“Seçimler bitince, bu tür olumsuzluklar meydana çıkıp tespit edilince; acaba bu yapılan yolsuzlukların düzeltilmesi için hangi kurumların kapısı çalınacak?”
Vesaire, vesaire…
Hani var olan demokrasimize çok güvendiğim için bu ve buna benzer kuşkularımı cesaretle dile getirebiliyorum!
Yoksa, elde-avuçta demokrasimiz ve hoş görüye dayanan demokrasi kültürümüz olmasa; bunları nasıl söyleyebilirim!
Hoş kalın,
Hoşça kalın…
Siz ‘siz’ olun;
Yinede demokrasiyi yalnız bırakmayın!

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?