DOĞRU KONUŞMAK SUÇ MU?

DOĞRU KONUŞMAK SUÇ MU?

Türleri milyonlarla, sayıları ise katrilyonlarla dahi ifade edilemeyen canlılar dünyasında, insanların özel ve de güzel bir statüsü mevcuttur. Bu özelliğin ve güzelliğin sebeplerini eksiksiz olarak tanımlamaksa imkansız denebilecek kadar zordur, hatta mümkün değildir. Çözülmesi gayet zor bir bulmaca, cevaplaması gayri kabil, çetrefilli bilmece mesabesindeki insanoğlunu kolay analiz etmek, ne mümkün?
Bu girişten sonra, aynı zamanda eşref-i mahluk olan insanın bir zaafını gündeme taşımak, bu hususta bazı görüşler serdetmek istiyorum, ama öncelikle belirtmeliyim ki, her işin bir istisnası elbette vardır ve herkesin malumudur: “istisnalar kaideleri asla bozmuyor.”
Büyük ekseriyeti itibarıyla, insanların kalplerini tatmin edecek, gönüllerini okşayacak, nefislerine hoş gelecek şekilde konuşur-yazarsanız medh-üsenaedilirsiniz, alkışlanırsınız, sevenleriniz- dostlarınız, şakşakçılarınız çok olur. Söylediklerinizin içinde hakka-hukuka, evrensel norm ve kurallara, akıl ve mantığa, gerçeklere ve hakikatlere aykırı unsurların bulunması, neticeye fazla bir etki yapmaz. Bir kısım insanların mağdur olması, haksızlığa uğraması hiç, ama hiç önemli değildir. Değil mi ki sözleriniz ya da ifadeleriniz muhatabınızı memnun etmiştir, gerisi laf-ı güzaf, kalanı angaryadır!
Dokuz köyden kovulmayı ve onuncu köye hicret etmeyi, bunun haricinde bazı maddi ve manevi kayıplara maruz kalmayı göze alır da, karşınızdaki insanın hoşuna gitmeyecek, onu gücendirecek, keyfini kaçıracak, ya da menfaatlerine zarar verecek şekilde konuşur veya yazarsanız var ya, idam fermanınızı kendi ellerinizle imzalamış olursunuz, böyle biline. Etrafınızdaki sevgi çemberi daralır, tepkiler artar, eleştirilerin ardı-arkası gelmez, horlanırsınız, aşağılanırsınız dışlanırsınız, itilip-kakılırsınız, maddi ve manevi kayıplarınız artar, yalnızlığa mahkum edilirsiniz, say saya bildiğin kadar….
Bu esnada doğruları söylüyor veya yazıyor olmanız, hakk ve hakikat adına hareket ediyor, hukuk kurallarına, genel ahlak kaidelerine, adab-ı muaşeret ilkelerine uyuyor olmanız kayda değer bulunmaz. Hatta ölçü ve prensiplerinizin, dininizin- inancınızın temel ilkelerine ve kurallarına uygun olması, dahası tek kaynak teşkil etmesi de önem arz etmez. Değil mi ki muhatabınız memnundur, mesele kapanmıştır.
Muhatap olduğunuz insanların iyi ve kaliteli Müslüman olmaları, ehl-i takva, ehl-i tarik, ehl-i zikir özellikleri taşımaları da, çoğu kere sonuca etki eden unsurlardan olamaz.
Mesela, ticaret hayatında haram-helal hudutlarına ehemmiyet vermeyen, dürüstlük kurallarına uymayan bir tüccara, İslami esaslara göre yapılan ticaretin fazilet ve güzelliklerini;
Alkol ve kumar bağımlılığı bulunan kimselere içkinin ve kumarın içtimai, iktisadi, ahlaki, dini ve sair zararlarını;
Faiz illetine bulaşanlara faizin, zina ve fuhuş yapanlara zinanın, hırsızlıkla iştigal edenlere hırsızlığın, cinayet işleyenlere caniliğin çirkinliğini, tesettüre uymayanlara tesettürün maddi-manevi, içtimai ve ahlaki yararlarını;
Dedi-koduyu, gıybeti, su-i zannı, çekememezliği, haseti ve benzerlerini günlük hayatının vaz geçilmezleri kabul eden insanlara bu manevi hastalıkların içtimai hayattaki yıkımlarını anlatmaya, yazmaya mı cüret ettiniz? O halde şunu biliniz ki: “Artık muhitinizde, çevrenizde istenmeyen adam ilan edilmeyi çoktan hak ettiniz demektir.”
Sen misin illa ki doğruları konuşmakta veya yazmakta ısrar eden, her şeyi göze alarak “doğrucu Davut” olmaktan vazgeçmeyen?
Sen misin hakim güçlerin, etkili ve yetkililerin, mal-mülk, şan-şöhret, makam-mevki, servet ve devlet sahiplerinin beğenmeyecekleri tarzda konuşan-yazan?
Sen misin her türlü ballı-börekli teklifleri ret ederek, illa adalet, illa hak-hukuk, illa ahiret diyerek muhalefet eden, her türlü ataleti, cehaleti, ihaneti, cinayeti, her olumsuzluğu, uyumsuzluğu, yolsuzluğu, hırsızlığı, arsızlığı ve benzerlerini gündeme taşıyan, yaraları kaşıyan?
O halde sen bunları da hak ettin, daha fazlasını da. Günü-saati gelince bunlar önüne sürülür, defterin de dürülür. Ya aklını başına, ya bizleri karşına alacaksın tamam mı? Bizi karşısına alanlar cümle alemin malumudur; ezer geçeriz, imha ederiz tamam mı?
Bu tablo gerçekten nahoş, bunlar asla hoş değil. Ama neylersin ki, bunlar bizim hayatımızın, olmaması gereken unsurları, vazgeçilmez hakikatleri.
Bunların anlamı ve tercümesi şudur ki; bu gerçekler bizim iman cenahımızdaki nakısanın, amel hususundaki arızanın doğal sonuçlarıdır. Bu özelliklere sahip olan bazı insanlar olarak “ayarımız düşüktür, kalitemiz bozuktur.”
Çare Muhammedî Reçete’de ve Kur’an Eczanesi’ndedir Ves Selam.

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?