ESKİ DEFTERLERİ KARIŞTIRIYORUM ÖNEMLİ BİR HABERE RASTLIYORUM

ESKİ DEFTERLERİ KARIŞTIRIYORUM ÖNEMLİ BİR HABERE RASTLIYORUM

Şimdi sizde haklı olarak diyeceksiniz ki;
“Yahu hocam, elin-oğlu yeni sayfaları açmanın peşinde”
“Sen kalkmış, müflis tüccar gibi eski defterleri karıştırıyorsun”
“Durup-dururken birilerinin rahatını kaçırıyorsun” gibi…
Buna benzen sorular geçiyorsa aklınızdan…
Haklısınız ‘haklı’ olmasına da…
Ancak sizlerde takdir edersiniz ki; insan her düşündüğünü öyle yüksek sesle konuşamıyor!
Konuşursa da, başına ne işler açacağını biliyor!
Onun için neme lazım…
Bende kendi önlemimi kendim almalıyım…
Öyle eskiden olduğu gibi Nazım Hikmet’in dizeleri olan;
“Sen yanmasan,
Ben yanmasam,
Karanlıklar nasıl çıkar aydınlığa” diye haykırma’malıyım!
Onun için çok gerilerde kalan ve faturası ödenmiş konular üzerinde konuşmalıyım!
Örneğin bundan yarım asır öncenin 28 Kasım 1968 tarihine kadar gidip; “Vietnam Kasabı” olarak ün yapan Amerika’nın eski CIA İstasyon şefi Robert Komer, Türkiye’ye Büyükelçi olarak atanınca; o günün devrimci gençlerinin Yeşilköy Hava alanındaki protesto olayını anlatayım…
Hani neden anlatma gereksinimi duyuyorum?
Emperyalizmin ağa-babası ABD sadece günümüz dünyasında mazlum halkları birbirine düşürüp dövüştürmüyor idi…
Topu-tüfeği, bombası ve tankıyla bizzat kendisi de işgal ediyordu.
Tıpkı bundan elli-elli beş yıl önce Vietnam’ı işgal ettiği gibi…
Ki, o tarihlerdeki işgalin CIA İstasyon şefi Robert Komer denilen katil veya canavar!
Daha sonra Türkiye’yi de karıştırmak için Türkiye’ye Büyükelçi olarak atanır…
Yıl: 1968
Aylardan 28 kasım…
Vietnam katilini Türkiye’ye getirecek olan uçak saat: 16. 30 sularında Yeşilköy Hava Alanına ineceğini öğrenen o günün devrimci öğrencileri deniz Gezmiş ve birkaç arkadaşının hızlı bir şekilde 80-90 kişi Yeşilköy Hava Alanına giderek katil Komer’i beklemeye başlarlar…
Ve PAN Amerikan uçağı hava-alanına iner inmez de yanlarında getirdikleri yumurta ve taşlarla taşlarlar!
Ve olaydan sonra ise Deniz Gezmiş’le birlikte 18 öğrenci göz altına alınarak tutuklanır…
Bakırköy Sulh Ceza Mahkemesinde yargılanırlar…
Ve duruşma yargıcı sorar;
“Son sözünüz var mı?”
Gençler (sanki daha önceden sözleşmiş gibi) hep bir ağızdan;
“Son sözümüz; kahrolsun Amerika’dır” diye yanıtlarlar…
Daha sonra da -mahkeme serbest bırakınca- yine hep birlikte; “Bağımsız Türkiye” marşını okuyarak salondan çıkarlar…
Ne dersiniz; üzerinde düşünmeye değmez mi?
Hani şu sıralar yine bu coğrafya üzerinde bir şeylerin peşinde koşuyor Amerikalı dostlarımız da onun için böyle diyorum!
Hani bir gün önce kendi elleriyle besleyip-büyüttüğü ve işine geldiği zaman sırtını okşayan, işine gelmediği zaman “terör örgütü” muamele yapan Amerikalı dostlarımız, Orta Doğu bölgesi başta olmak üzere, bizim sınırlarımızda da gece-gündüz bir şeylerin peşinde eşinip duruyor da; bunun için böyle düşünüyor ve kuşkularımı onun için sizlerle paylaşmak istiyorum…
Her neyse…
Madem ki eski defterleri açtık!
Madem ki eski devrimcilerin Amerikan karşıtlığından söz ettik!
O halde onların ortak söylediği bir türküyle bitirelim sohbetimizi;
“Madenimiz yabancılar işletmiş,
Yüzde altmış beşi Yanke’ye gitmiş
Suçumuz bağımsız ülke demekmiş
Niye üzülelim, niye susalım.
Yurdu yabancıya biz satmadık ki
Mertleri zinada biz atmadık ki,
Doğru söyledik, yoldan sapmadık ki
Niye üzülelim, niye susalım…”

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?