EY GÖZÜNÜ SEVDİĞİM HASAN N’OLUR SİLKİNİP BİR UYANSAN

EY GÖZÜNÜ SEVDİĞİM HASAN N’OLUR SİLKİNİP BİR UYANSAN

İnan çok şeyler olur…
Vallahi yer yerinden oynar!
Koca şairin de dediği gibi;
“Kayaları kesip yol eyler’sen”
“Abıhayat” akıtırsın çeşmelerinden!
Vallahi de akıtırsın, billahi de…
Ama her nedense inat ediyorsun…
Sanki birilerine inat ve “inadım inat” dercesine!
Abıhayat çeşmesinin sularını soğuk soğuk içmek için;
Hiçbir çaba göstermiyorsun…
Sürekli birilerinin karşısında el-pençe divan durmayı;
Boyun eğmeyi ve el-avuç açmayı erdemlik sayıyorsun!
Tarlada-tapanda üreten sen,
Boğaz tokluğuna toprağın altında göçük altında kalan sen.
Yüzlerce metre yükseklikteki inşaatın üstünden yere çakılan sen.
Boğazından kesip, çocuklarını okutma çabası içinde olan sen.
Dolaylı yollardan da olsa, vergisini eksiksiz ödeyen yine sen.
Vatan borcu ödemeye giden sen.
Verilen emir nedeniyle, ölümün üstüne gidip şehit olan sen.
Efendilerini sırtında taşıdığın süre ‘efendi ve vezir’ sayılan;
“Yoruldum, azcık dinleneyim” dediğinde ‘rezil’ sayılan yine sen.
Kısacası; yıllardır emeği ve duygularıyla sömürülen sen.
Birilerinin rahat yaşaması için sırtına binilip;ezim-ezim ezilen sen.
Bütün bu olumsuzluklar senin peşini bir türlü bırakmazken;
Ve bütün bunlar senin gözlerinin önünde ve alenen yapılırken;
Sen bunların ne zaman farkına varacaksın Allah’ını seversen?
Yetmiş küsur yıl önce -sözde- demokrasi trenine bindin!
Ve 70 yıldır yol-boyu pencereden aynı manzarayı seyrettin!
Ömründe bir kez olsun;”Bu neyin nesidir, kimin fesidir” demedin.
Demediğin gibi, senin lehine konuşanları bile hiç dinlemedin…
Üstüne üstlük -efendilerine yaranmak için-onlara birde küfür ettin!
Yetmiş yıl önce uydurmaca demokrasi adına!
Seçim meydanlarında gözlerinin içine baka baka;
Ve seninle dalga geçercesine ve geyik muhabbeti yaparcasına;
“Ben odunu aday göstersem koysam, milletvekili seçtiririm”
“Her mahallede bir milyoner yaratacağım” diyenlere inandın…
Ve daha sonra da havanı aldın!
Yani demem o ki; o gündür, bugündür hala uyanmadın…
O lider gitti ve nöbet değişimi yapılarak yerine başka lider geldi.
Ve bir öncekinin patentini taşıyan bu siyasi liderde demokratik hak talebinde bulunanlar ve yollara düşüp meydanlarda senin hakkını savunmak için meydanları dolduranlara;
“Yollar yürümekle aşınmaz”
“Bu demokrasi bize bol geliyor”
Olaylı yıllarda kontrgerilla kışkırtmasıyla sağ-sol çatışması için;
“Bizimkiler silah değil, tespih çeker. Bana sağcı gençler adam öldürüyor dedirtemezsiniz” diyen liderler gelip geçti bu ülkeden.
Ve sen kendi öz çocuğuna değil, hep ona inandın…
Tam tersine hep kendi çocuğunu aşağılayıp suçladın!
Yalan mı?
Amaaaan!
Nerede kalmış ve ne demiştik?
Ha, anımsadım; 70 küsur yıl önce demokrasi trenine binmiştik
Ve demokrasinin var olduğu söylenen yerlere seyahat ederken;
Bazen 12 Martlar’la…
Bazen 12 Eylüllerle..
Her on kilometrede-bir mola vermiştik!
Ve bu mola verilen süre içerisinde kıyıda-köşede ne kadar solcu ve sosyalist kalmışsa; onları bir-şekilde temizlemiştik!
Öyle değil mi?
Derken, arada-sırada belli istasyonlarda mola verdik diye demokrasi yolculuğundan vazgeçecek halimiz yok ya!..
Demokrasi trenimize yol aldırmak için makinist değişikliği yapıldı ve dümene aynı misyonun ve aynı sülalenin takipçisi geçiverdi…
Daha direksiyonun başına geçer geçmez;
“Benim memurum işini bilir” dedi…
Sen hiç sesini-soluğunu çıkarmadın…
“Yahu bu adam ne demek istiyor” diye sorgulamadın…
Hatta peşinden delicesine koştuğun lider gözlerinin içine baka baka; “Ben, yoksulları değil, zenginleri severim”
Ve yine senin saflığından yararlanıp, seçimleri kazanmak için;
“Ben seçimlerden önce zam yapacak kadar enayi değilim” demesine rağmen, bu liderin peşinden koşmayı hiç bırakmadın!
Öyle değil mi?
Burada bir parantez açmak isterim (konumuzun hiçbir Hasan’la uzaktan yakından ilintisi yoktur. Sadece bu zamana kadar olan benzetmeler kullanılmak istenmiştir. Şimdi konuyu özetlerken kullanacağım benzetmelerde olduğu gibi)
Bir zamanlar şehirlerde ve büyük kentlerimizin sokak aralarında ‘İskambil Kağıtları’ ile üç-kağıtçılık yapanlar, halkı kandırmak ve ceplerindeki son kuruşu almak için nasıl teşvik edici konuşmalar yaparlardı; “Hasan almaz, basan alır!”
“Bas parayı, bu karayı!” gibi benzetmelerle halkın cebindeki son kuruşa kadar almaya çalışırdı değil mi üç-kağıtçılar?
Peki kazanan olur muydu?
Elbette olmazdı…
Ne diyordu yine bir başka benzetmemiz bedavacılar için;
“Yok öyle şey, yağma Hasan’ın böreği mi var?” denildi ama;
Bu konuda ezim-ezim ezilen ve ezildikçe kabuğunun içerisinde büzülen Hasan’ların hiçbir zaman ‘böreği’ olmadı…
Hep Hasan’ları iliklerine kadar; gerek siyaset’en, gerekse emek ve ekonomik olarak sömürenlerin parmaklarından bal damladı!
Eeeee?
E’si şu; yaşadığımız bu hızlı iletişim çağında, birileri hala kan uykularda ise;.
Hala kimler soyuyor, kimler soyuluyor? bunun hesabını kitabını yapamayanlar var ise;
Gün-be gün kötüye gidişten;
Kapıya dayanan tehlikeden;
Birileri hala ders çıkarmıyorsa…
Vatan haini şairin dediği gibi;
“Gocuklu celep kaldırınca sopasını,
Salhaneye koşarcasına gidiyorsa.”
Yapılacak bir şey yok…
Ama ben yinede…
Simge olarak kullandığım ‘Hasan’ isminden bir benzetmeyle;
“Ey gözünü sevdiğim Hasan,
N’olur silkinip bir uyansan” diye;
Bangır bangır bağırasım geliyor!

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?