Eyy seçmen, tercihin demokrasi olmalıdır

Eyy seçmen, tercihin demokrasi olmalıdır

Referanduma iki gün kaldı. Pazar günü sandık başındayız. Bu referandum daha önce yapılan referandumlara göre çok daha önemlidir.

Vereceğimiz oylarla ülkemizin geleceğini belirleyeceğiz.

Ya çok partili parlamenter sistemin devamını sağlayacağız. Veya ülkemiz demokrasi dışı bir rejime doğru sürüklenecektir.

Nasıl mı?

Önce başta iktidarın anayasa uzmanı olan Burhan Kuzu’nun sözlerine bakacak olursak, referandumdan “evet” çıkarsa ülkemizde iki partili bir sistem olacak.

Bu söz bana yıllar önce 12 Eylül darbesinin liderinin sözlerini anımsatıyor.

12 Eylül darbesi sonrasında yeniden siyasi yaşam başlamadan önce, Kenan Evren ne diyordu?

“Biri sağdan biri soldan iki parti bize yeter.”

O yıllarda bu mümkün olmadı. Sadece düşüncede kaldı. Şimdi Burhan Kuzu’da Kenan Evren gibi düşünüyor! İktidarda…

Çoğulcu demokrasi yerine iki partili bir sistem amaçlanıyor.

Hatta bu partiler isimlendiriliyor da…

TBMM’de yeni sistemde AKP ve CHP’nin olması, diğer partilerin ise parlamento dışında kalması amaçlanıyor.

Süreç içinde de kapanması…

Çoğulcu parlamenter rejimi yok eden bu sistemin doğuracağı sakıncalar oldukça fazladır. Parlamento her düşüncenin temsil edildiği yer olmaktan çıkmaktadır.

Bu yapı daha ziyade klasik başkanlık sistemlerinde görülen bir uygulamadır.

Bizde ise AKP iktidarının sürekliliğini sağlama amaçlı olarak düşünülmektedir. Yani ‘parti devleti’ açısından düşünülmektedir.

Zaten ‘yetkilendirilmiş cumhurbaşkanı’ aynı zamanda partisinin de başkanı olacaktır. Her “evet” buna yol açmaktadır.

AKP bu yolla sürekli iktidar, Erdoğan’da uzun sürekli partili cumhurbaşkanı olmak istemektedir.

Bunun amaçlandığının bir başka işareti daha vardır.

O da, şayet partili cumhurbaşkanın ikinci döneminin sonlarına doğru TBMM seçim kararı alırsa, (başkanın partisi çoğunluk partisi olacağı için bu karar kolayca alınabilir) partili cumhurbaşkanı üçüncü defa aday olabilecektir.

Referanduma sunulan anayasa paketindeki bu düzenleme sürekli iktidarda kalma arayışlarının bir sonucudur.

Bu düşüncenin temel nedeni nedir?

Sorunun yanıtı yine paketin içeriğinde vardır. Paketin içeriğini dikkatlice analiz ettiğimizde; denetlenmeme, yargılanmama düşüncesinin etkili olduğunu görüyoruz.

Partili cumhurbaşkanı olarak, partisi aracılığı ile TBMM’yi kontrol altında tutma düşüncesinin ana nedeni budur.

Güvenoyu olmaması, gensoru olmaması ve sözlü soru önergesi olmamasının nedeni de budur.

Bakanların dışarıdan atanacak olmasının, şayet milletvekillerinden bakan atanacaksa, vekillikten istifa edecek olması da bu düşüncenin ürünüdür.

Çünkü bu yolla tek kişinin seçeceği bakanlar, TBMM’de değil, partili cumhurbaşkanının oturduğu sarayda görev yapacaklardır.

Sadece yemin için TBMM’ye gelecekler ve asla bir daha gelmeyeceklerdir.

Bu yolla da TBMM tarafından denetlenemeyeceklerdir.

Denetleme olmadığı gibi yargılamada olamayacaktır.

Yürütmenin başı olan partili cumhurbaşkanı sorumlu olacaktır. Ancak yargılanabilmesi için 300 vekilin teklifi, bu teklifin görüşülmesi için 360 vekilin imzası ve yüce divan için 400 vekilin onayı gerekmektedir.

Bu rakamlara ulaşmak pratikte imkânsızdır.

Çünkü cumhurbaşkanının genel başkanı da olduğu parti parlamentoda çoğunluğa sahiptir. Yani en azından 301 milletvekiline sahiptir.

Bu da yüce divan için 400 imzanın imkânsızlığının göstergesidir.

Kaldı ki görev sonrası da aynı hükümler geçerlidir. Bakanlar ve danışmanları içinde bu hükümler geçerlidir.

Bu nedenle pratikte asla yargılanma şansı yoktur!

Hadi diyelim bir şekilde 400 vekil bulundu. Yüce Divan görevini yapacak olan Anayasa Mahkemesinin üyelerinin büyük çoğunluğunu tek başına partili cumhurbaşkanı atamaktadır.

Kendi atayacağı Anayasa Mahkemesi üyelerinin, nasıl bir yargılama yapacakları da sanırım tahmin edilecektir.

Yine hukuk sistemimizin önemli bir kurumu olan HSYK üyelerinin de partili cumhurbaşkanı ve TBMM’de başında olduğu partinin vekillerinin seçecek olması da, yargı bağımsızlığının olmayacağının net göstergesidir.

Siz bakmayın “yargı tarafsız ve bağımsız olacak” denildiğine. Yargı tümüyle partizanlaşacaktır… İktidarın yargısı olacaktır.

Bir başka konuda bütçe konusudur.

Referanduma sunulan anayasa paketine göre bütçeyi partili cumhurbaşkanı tek başına hazırlayacaktır.

Örneğin ‘saray bütçesi’ için ciddi rakamlar ayırabilir.

Örtülü ödenek içinde ayırabilir.

Kurumlara bütçeden tek başına istediği payı ayırabilecektir.

TBMM’de bu bütçeye sadece onay verecektir.

Çoğunluk partisinin lideri olduğu içinde bu onay kolayca alınabilecektir. Diyelim ki bütçe onaylanmadı.

Bir önceki yılın bütçesi belli oranda (enflasyon oranında)artırılarak uygulanacaktır.

Bu da partili cumhurbaşkanının bütçe kalemlerini istediği şekilde dağıtması anlamına gelmektedir.

Çok önemli bir hususta partili cumhurbaşkanının aynı zamanda TSK başkomutanı olacağıdır. Yani TSK başkomutanı aynı zamanda iktidar partisinin başkanı olacaktır.

O zaman TSK bir parti ordusu olmaz mı?

Oysa Türklerde Mete Han’dan bugüne “ordu millet” geleneği vardır…

Şimdi bu gelenek yok edilmekte ve TSK adeta parti ordusu haline getirilmek istenmektedir. Bu son derece tehlikelidir.

İki Başdanışmanın son açıklamaları bir gerçeği de gözler önüne sermiştir. İktidarın amaçladığı “yeni Türkiye” federal sistemi hedeflemektedir.

“Osmanlı Eyalet Sistemi” söylemi boşuna değildir.

Başdanışmanların sözleri boşuna değildir…

Yine çok önemli bir durumda; BOP aktörlerinin referandumdan “evet” çıkmasını dört gözle beklemektedir.

Çünkü bütün gücü elinde toplayan ‘tek adamla’ BOP gerçekleştirilmek isteniyor.

“Eşbaşkanlık” boşuna verilmedi!

Barzani bayrağı boşuna İstanbul’da ve Ankara’da göndere çekilmedi…

Kerkük’te o bayrak boşuna göndere çekilmedi…

Siz bakmayın iktidarın “Güçlü Türkiye” söylemine ve diğer süslü sözlerine… Amaçlanan tek kişinin güçlendirilmesidir.

“TBMM güçleniyor” deniyor. Sayısı artırılmakla TBMM güçlenmez. Yetkileri ile güçlenir… Sayısının artırılması ancak halkın cebinden daha çok para çıkmasına yarar…

Tüm yetkiler partili cumhurbaşkanına veriliyor. Milletvekili sayısı ise 600 kişiye çıkarılıyor. Ayrıca dışarıdan atanacak bakanlar ve sayısı belli olmayan danışmanlar ile bütçeye, dolayısıyla bütçeye yeni yükler getiriliyor.

Önemsediğim bir konu daha var.  Partili cumhurbaşkanına ekonomik ve sosyal konularda dâhil pek çok konuda kararname çıkarma yetkisi veriliyor.

Bu yetki ile yarın,

Ekonomik gerekçeler öne sürülerek kıdem tazminatı kaldırılabilir. Nitekim bu konuda iktidar çevrelerinden açıklamalar geliyor!

Yine 657 sayılı DMK’nın değişeceği yetkililer tarafından dile getiriliyor. Bu yolla ‘devlet memurluğu’ yerine sözleşmeli memuriyet sistemi getirilecek.

Bu da bir yandan sendikasızlaşmaya neden olacak, öte yandan iş güvencesi ortadan kalkacaktır.

Yandaş dahi olsa hiçbir kamu görevlisinin buna “evet” demesi beklenemez.

Hele Memur-Sen asla “evet” dememelidir.

Yoksa onlarda Başbakan gibi kendilerini feda mı etmek istiyorlar?

İki gün sonra pek çok riskler taşıyan anayasa değişikliği referanduma sunuluyor. Öncelikle her seçmen yurttaşlık görevi olarak sandığa gitmeli ve oy kullanmalıdır.

Sonra da “hayır” diyerek parlamenter demokrasiye sahip çıkmalıdır.

“Evet” demenin vebali büyüktür.

Sonu BOP ’tur. Federatif yapıdır. Yeni Sevr’dir.  CİA Ortadoğu Masası Şefi Graham Fuller, “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” kitabını yazmadı!.

2008 yılında yayınlanan kitabın içeriği ile referanduma götürülen anayasa paketinin içeriği örtüşmektedir.

Öcalan’ın “İmralı Notları” kitabı ile de örtüşmektedir.

Bunu biliniz ve tercihinizi ona göre yapınız.

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?