Şaban KARAKAYA
Şaban KARAKAYA
saban@giresungundem.com
FELAKETE İMTİHAN DENİLİYOR  VE SABIR TAVSİYESİ YAPILIYOR 
  • 0
  • 161
  • 25 Temmuz 2021 Pazar
  • +
  • -

Vatandaş dersen;

Bütün birikimlerini ve dünyalıklarını sele-suya vermiş, içi kan ağlıyor!..

Yürek acıları yüzlerine vuruyor!

Vatandaş bir yandan cenazesini kaldırıyor…

Bir yandan selde kaybolan yakınlarını arıyor…

Vatandaş şaşkın…

Vatandaş bıkkın…

Vatandaş yorgun…

Şaşkınlıktan ne yana koşacağını bilmiyor…

Kimlerden yardım isteyeceğini düşünemiyor…

Kiminin zar-zor yaptırdığı evi sele gitmiş…

Kiminin arabası…

Kimi vatandaşın dükkanını sel alıp götürmüş…

Kimilerinin dükkanına tıka-basa kum doldurmuş..

Yani, kısacası vatandaş;

“Denize düşen yılana sarılır” misali…

Kime ve kimlere sarılacağını bilmiyor…

Ve bu kaotik, ruhsal ortamda devletin en üst düzey protokol erkanı otobüsün üzerine çıkarak, kısaca şu konuşmayı yapıyor;

“…Tabi ki felaket bir imtihandır.

Ama ona sabretmek ayrı bir imtihan.

Arhavi bunu gösterdi.

Şunu bilesiniz ki, kardeşlerinizde bu felaket karşısında pes etmez.

Imkanımız, gücümüz vardır.

Elhamdülillah Türkiye eski Türkiye değil.” (dedikten sonra)

Otobüsün üzerindeki sunucunun şu anonsunu duyuyoruz;

“Saygıdeğer hemşerilerimiz,

Cumhurbaşkanımız çevre dostu bez torbalarla sizlere, sizlerin en iyi bildiği şey olan çayı sizlere ikram etmekte, afiyet olsun.” diyor…

Ve sayın cumhurbaşkanımız, yardımcılarının uzattığı çay torbalarını, çayın başkenti Rize’de -gelişigüzel- vatandaşların üzerine atıyor;

Acılarını ve hüzünlerini ‘keyif çayı’ içerek dağıtsınlar diye…

Veya da ne bilim ben…

Her ‘sel felaketinde’ bu ‘çay dağıtma’ işinin başka bir anlamı var mıdır, yok mudur bu konuda bir ‘niyet okuması’ yapamayız ama…

Bizim yöremizde ‘kaybolan’ bir şeyi eğer bulma umudu yitirilirse;

“Üzerine bir bardak su iç” denilir…

Yani daha açık bir ifadeyle;

“Olan olmuş, yiten yitmiş.”

“Bundan sonra ağlayıp-sızlamanın hiçbir faydası yok” anlamına gelir…

Sayın devlet büyüğümüz, yaşanacak felaketlerde zarar görülmemesi için de şu tavsiyeleri yapıyor;

“…şu yamaçlara 5 kat, 10 kat binalar yapmayın.

Bu çaylıklar azot ile toprağı eritiyor.

O binalar sonra kaymayla karşı-karşıya kalıyor.

Dağlarımızın, nehirlerimizin çarpık yapı ve zihniyet tarafından işgal edilmesine göz yummayın.” diyor…

Bu uyarılar konusunda sizler ne düşünürsünüz orasını bilemem ama…

Şahsen ben, devlet büyüğümüzün bu uyarı ve tespitlerinin hepsine yürekten katılıyor ve hiç itiraz etmeden imza atıyorum…

Sayın devlet büyüğümüzün bu tespitlerine katılıyorum katılmasına da…

Gözlerim kapalı imza atıyorum atmasına da…

Ancak akıl çengelime şu abuk-sabuk sorularda takılıyor;

Söz konusu yapılan bu 5 katlı, 10 katlı binalar buralara yapılırken, kimselerden izin alınmadan filan mı yapılıyor?

Yani demem o ki;

Bu çok katlı binalar ‘gecekondu’ gibi bir gecede kondurulmadı ki, hiçbir yetkili görmeden yapılmış olsun öyle değil mi?

Sayın büyüğümüz diyor ki;

“Dağlarımızın, nehirlerimizin çarpık yapı ve zihniyet tarafından işgal edilmesine göz yummayın.”

Eh, bu doğru söz karşısında şimdi sizlerin de aklına ister-istemez şu sorular gelmez mi;

-Yahu dağlarımızı delik-deşik eden kimler?

-Derelerimize ve akarsularımıza hangi şirketler kuruttu?

-Yaşam alanlarının içine kimler ‘taş ocakları’ açıyor?

-Ormanlarımızı ‘bir avuç altın’ uğruna kimler yakıp yok ediyor?

-Hangi şirketlerin siyanürü ‘içme sularımıza’ karışıyor?

Vesaire, vesaire…

Kısacası;

Doğanın dengesini vatandaş mı bozuyor?

Yoksa ‘küresel sermaye’ ile işbirliği yapan bir avuç azınlık mı?

Tanrının yoksulları ‘afetlerle imtihan ettiği’ bu sohbetimizi, demlenmiş bir ‘keyif çayı’ içerek sonlandıracak olursak, aklıma gelen şu saçma-sapan sorularla sohbetimizi bitirmek isterim…

“Yahu cenabı Allah hepimizi doğarken eşit yaratıyor da, neden daha sonra birbirimizi farklı statülerde yaşatıyor?

Örneğin;

Varsılı hiçbir zaman ‘açlıkla’ imtihan etmiyor da, neden hep yoksul kesimi ‘açlıkla’ imtihan ediyor?

Örneğin;

Yüce tanrım zenginlerin hiçbirisini maden ocaklarına girerek ölmeyi nasip etmiyor da…

Neden hep yoksul vatandaşı maden ocaklarında ‘imtihan edip’ tabur-tabur canını alıyor?

Tövbe, tövbe…

Neden bu zamana kadar hiçbir zengin ve yetkili erklerin kapısından bir şehit cenazesi kalkmıyor da…

Yüce tanrım neden hep ‘şehit olmayı’ yoksullara nasip kılıyor?

Vesaire, vesaire…

Listeyi uzatın uzatabildiğiniz kadarıyla…

Buna benzer örneklerle liste uzadıkça uzayıp gidiyor…

Onun için sözü daha fazla uzatmayalım…

Ve sözü size bırakalım…

Buyurun…

Şimdi söz sırası sizin…

Zülfü-yara dokunmadan;

Söyleyeceklerinizi sizlerde söyleyiniz…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • ÇOK OKUNAN
  • YENİ
  • YORUM