GİRESUN ÖĞRETMEN OKULUNUN 3. MEZUNLARI ÖĞRETMEN EVİ BAHÇESİNDE TOPLANDI

GİRESUN ÖĞRETMEN OKULUNUN 3. MEZUNLARI ÖĞRETMEN EVİ BAHÇESİNDE TOPLANDI

Mevsim; sonbahar…
Eylül ayının üçüncü günü…
Günlerden; Çarşamba…
İnsanı rahatsız etmeden iliklerine kadar ısıtan bir güz güneşi…
Ve böyle bir güzel günde öğretmen evinin bahçesini dolduran;
Dünün ele-avuca sığmaz gençleri!
Gün; öğlen üzeri…
Öğretmen evinin bahçesine birer-birer, üşengeç adımlarla ve gözleriyle birilerini aradığı her halinden belli olan; beyaz saçlı kadınlar…
Yılların yorgunluğu ile boynu eğri kalanlar!
“Öğretmen hastalığı” da denilen kel kafalılar!
Birer-birer ve aralıklı olarak öğretmen evinin bahçesine giriyor ve biraz ayakta nefeslendik’den sonra etrafını -birilerini ararcasına- kolaçan ediyor!
Ve sonra da; eğer bir tanıdık bulamazsa boş bulduğu bir masaya geçip oturuyor…
Ya da -yıllar sonra da olsa- tanıdığı bir arkadaşını görürse; önce biraz yüz-yüze bakıştıktan sonra, başlıyor hasret dolu diyaloglar;
“Aaayyy, kız sen bizim sınıftaki Sevim değil misin?”
“Evet benim, ya sen kimsin? çıkaramadım vallahi!”
“Bende cam kenarındaki üçüncü sırada oturan Ayşe kız, nasıl tanımazsın?”
(bir kez daha sıkı-sıkıya sarıldıktan sonra)
“Aaayyy!…O sen misin kız? Vallahi tanıyamadım ne yalan söyleyeyim kız!”
“Eeeee, aradan kaç yıl geçti görüşmeyeli kardeş… Elbette tanıyamazsın. Bende seni tanımakta zorlandım vallahi!”
(derken boş bir masa bulup oturduktan sonra, okul yıllarına dönük arkadaş sorgulamaları başlar;)
“Sevilay ne yapıyor kız Sevilay?”
“Vallahi onunla’da mezun olduktan sonra ya bir kez görüştük, yada iki-üç kez görüşebildik desem yeridir”
“Ya Nurten’le?”
“Nurten çoktan öldü ya bacım duymadın mı?”
“Vallahi duymadım kız. Neden öldü?”
“Kansere yakalandığını duydum”
“Aayy, cıvıl-cıvıl hayat dolu bir kız nasıl kansere yakalanır bacım vallahi çok üzüldüm şimdi duyunca!”
Vesaire, vesaire…
Bu ve buna benzer arkadaş sorgulamaları sürdürdüler…
Diğer tarafta ise erkekler kümesinde de buna benzer sorgular ve sorgulamalar yapılıyordu;
“Mesrur Gültekin yaşıyor mu?”
“Öldüğünü biliyorum”
“Ya müzik hocası Nuri bey?”
” o da öldü birader, o da öldü”
“Beden Eğitimi Öğretmen Selim beyde öldü bildiğim kadarıyla”
“Selim beyde öldü, Esma Söğütönü’de öldü, Hızır bey, Abdullah Güngör de öldü…Bize derse giren öğretmenlerden Ali Uysal öğretmenimiz yaşıyor”
Vesaire, vesaire…
Buna benzer hüzün verici konuşmalar sürüp gittiği gibi aynı zamanda moral yükseltici sohbetlerin derinliğine de girildi…
Ki;siz bakmayın onların saçlarının ak, bellerini kambur olduğuna!
Siz bakmayın onların; ağır-aksak, bellerini tutarak yürüdüklerine!
Bu sözünü etmeye çalıştığım yaşlı delikanlılar; bir zamanların en popüler ve el-üstünde tutulan gençleriydi…
Ki, bu sözünü ettiğim yaşlı delikanlılar; bir zamanların her biri 18 yaşında ve ele-avuca sığmaz, kabına sığmayan gençler’diler!
Ve bu gençlerin bir çoğu 17’sinde ve 18’inde mesleğe girdiler…
Ki; her biri meslek aşkıyla yanıp tutuşan…
Ülkesini ve toplumu sevdikçe olgunlaşan!
Hangi dağ başında görev yaparlarsa-yapsınlar; öğrencileri için can atan!
Cehaleti ve karanlığı ortadan kaldırmak için var-gücüyle ortalığı aydınlatan;
Gericiliğe savaş açan!
Yurtseverliğini her şeyin önündü tutan öğretmenlerdi onlar…
Kısacası…
Sayfa sohbetimizi özetleyerek sonlandıracak olursak;
2018 yılının 3 Eylül’ü…
Bir Çarşamba günü…
Giresun Öğretmen Okulunun 3. dönem mezunu öğretmenler ve bir araya gelmek isteyenler; Giresun Öğretmen Evinde bir araya geldiler…
Yarım asır öncesine dönük ‘anılarını’ gönüllerince demlediler!
Son söz olarak;
Her birine daha nice sağlıklı günler ve birliktelikler diliyorum.

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?