KARANLIĞI GÖREN ÖĞRETMENLER MUM OLUP KENDİLERİNİ ERİTTİLER

KARANLIĞI GÖREN ÖĞRETMENLER MUM OLUP KENDİLERİNİ ERİTTİLER

İster inanın;
İster inanmayın…
Bizler; kendi bireysel mutluluğumuzu hep erteledik…
Bu toplumun ortak mutluluğu için,kendimizi mum gibi düşündük;
Ve karanlıkları aydınlatalım derken; kendi kendimizi tükettik!
Çünkü biz öğretmendik…
Kendini karanlıkları aydınlatmak için adayan; eğitimcilerdik…
Aşısını aydınlanmadan ve devrimcilikten alan 68’lilerdendik!
Tarihin tekerleklerini geriye değil, ileri çevirmek isteyenlerdendik!
Haksızlığa ve hukuksuzluğa karşı gelenlerden, direnenlerdendik!
Yani, eğitimcilik sorumluluğumuz salt öğrencilerimize karşı değil; öğrencilerimizin velilerinin aydınlanması içinde sorumluluğumuzu bilenlerdendik…
Yani salt kendi ‘özlük haklarımız’ ve sorunlarımızın çözümü için örgütlenmez; aynı zamanda toplumun örgütlü bir yapıya ulaşıp, ortak mücadele vermesi için yan-yana, omuz-omuza durmayı da düşünenlerdendik…
Ve böyle düşünmemizden dolayı -muhatabı olduğumuz halk- genellikle pek şikayetçi olmaz; hatta zaman zaman memnun olur ve bizim düşüncelerimiz ekseninde yan-yana durmak istediği için; yönetsel ve egemen güçler çok rahatsız olurlardı…
Rahatsız oldukları içinde; ya tutuklarlardı!
Ya halkın gözünden düşürücü. suçlayıcı bir kulp takarlardı!
Yok, daha da olmazsa; sorgusuz sualsiz hücrelere tıkarlardı!
İşkenceler yapmak için; Filistin askısına takarlardı…
Yani, kısacası -insanlık dışı- fiziki ve psikolojik işkenceler yaparlardı…
İşte bu tür işkencelere tutulan arkadaşlarımızdan biriside;
Cihat KASAPOĞLU idi…
Cihat’ın da bu tutuklamalardan ve işkencelerden geçmesi gerekliydi;
Ve de geçti..
Çünkü Cihat, Devrimci bir öğretmendi…
Halkının çıkarlarını savunan bir yurtseverdi…
Öğrencilerinin ve halkının, pozitif bilimin ışığı altında yürümesini isteyen eğitimcilerdendi…
Yani egemen güçlerin bir türlü sevip ısınamadığı 68 kuşağının uslanmaz devrimcilerindendi…
Üstelik işlediği suçlar o kadar çok fazla, o kadar çok fazlaydı ki;
Az öncede belirttiğimiz gibi, her şeyden önce 68’liydi…
Türkiye Öğretmenler Sendikasından (TÖS) yolculuğa başlayıp ve Türkiye Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB- DER) şubesinin ‘başkanlığını’ yapması zaten başlı başına suçtu!
Hey gidi Cihat kardeşim hey!
Bir Köy Enstitülü bir öğretmenin oğlu ve bir öğretmen okulu mezunu olarak bu toplumun aydınlığa kavuşması için kendini bir mum gibi yakıp tükettin!
Yetiştirdiğin yüzlerce, binlerce öğrenciler arasında hiç bir zaman ‘siyah-beyaz’ ayrımı yapmadın…
Bu ülkeye ‘güzel insanlar yakışır’ dercesine; geceni- gündüzüne katarak; çağın en belalı ve müzmin hastalığına yakalandın!
Ve geçmişte en acı işkencelere direndin de; bu kez çağın vebası ve belası olan hastalığa direnemeyip; en sonunda teslim olmak zorunda kaldın…
Hey gidi sevgili arkadaşım hey!
En ağır işkencelere dayandın…
Direndin…
Egemen güçler seni kendi okullarından kovdu ve sen yine hiçbir zaman geri adım atmayarak; yinede öğrenci yetiştirmeye devam ettin…
Onun için sakına-sakın gözlerin arkada kalmasın;
Sen bu dünyada sorumluluğunu en güzel şekilde yerine getirdin.
Hey gidi sevgili kardeşim Cihat hey!
12 Martların tırpanını yedik!
Yetmedi; 12 Eylüllerde sağa-sola serpildik!
Birer-birer tüketildik!
Tükendik…
Tükeniyoruz…
Birer birer -bir şekilde- bu dünyaya veda ediyoruz…
Aaahh, ah!
Oldum-olası vedalardan hoşlanmam…
Hele-hele dönüşü olmayan vedalaşmaları hiç mi-hiç hoşlanmam!
Ki, eğer bu önemsediğiniz ve sevdiğiniz birisiyse dilim tutulur ve diyeceğimi hepten şaşırırım…
Onun için -seninle ilgili- dinlediğim bir anıyı paylaşarak seni bu sonsuz yolculuğa uğurlamak isterim.
(Bu anıyı koğuş arkadaşlarından Hasbi yılmaz anlatmıştı bana)
Cihat Kasapoğlu,
12 Eylül tutuklusu olarak Erzincan tutuk-evindedir…
Mahkemeler ve soruşturmalar sürüp gitmektedir…
Herkes bir an önce dışarı çıkmanın düşlerini kurmaktadır.
Mevsim şimdi olduğu gibi kış mevsimidir…
Cihat Kasapoğlu,kaldığı koğuşun küçük penceresinden (dışarıyı görebildiği kadarıyla) lapa lapa yağan karı seyretmektedir…
Ve bu arada’da dalgın bir şekilde bir şeyler düşünmektedir…
Derken koğuş arkadaşlarından Hasbi Yılmaz, yanına yaklaşarak;
“Hayırdır Cihat, böyle dalgın dalgın ne düşünüyorsun?” deyince..
Cihat Kasapoğlu’da düşündüğünü şöyle açıklayıverir;
“Ne düşüneceğim kardeşim; şimdi evde olmak vardı. Dışarıda aynen böyle lapa lapa kar yağıyor.
Öte tarafta ocağın üstünde pancar çorbası kaynıyor.
Sonra çorba pişince, biri sahan sıcak çorbanın içine doğruyorsun mısır ekmeğini…Birde acık kırmızı biber eziyorsun ki içine..Hem çorbanı kaşıklıyor ve hemde bu kar manzarasını izliyorsun”
(Hasbi dersen muzip adam, illa bir karşı muhalefet göstererek;)
Hasbi; “Yahu Cihat, seni şu an serbest bıraksalar, evde pancar çorbası yemeyi mi düşlersin, yoksa sevincinden pirzola yamayı mi?” deyince..
Cihat “Bu havada sıcak ve biberli pancar çorbasını” der…
Hasbi ise; “Ulan, sen ki buradan çıkınca hala pirzola değil de pancar çorbasını düşlüyorsun..Seni serbest bırakanlara lanet olsun” dedikten sonra aralarında gülüşürler…
Son söz;
Sen bu dünyada yaşadığın sürenin içini en güzel bir şekilde doldurdun sevgili arkadaşım…
Sen bu evrende uzayın boşluğunu dolduran boş bir cisim olarak değil; toplumsal sorumluluğunu fazlasıyla yerine getirdin…
Bu nedenle gözün arkada kalmasın sevgili arkadaşım…
Güle güle git sevgili meslektaşım…
Yolların ışık, mekanın cennet olsun…
Yakınlarının, sevenlerinin ve eğitim dünyasının başı sağ olsun…
Güle güle Cihat Kasapoğlu…
Güle güle sevgili arkadaşım…
Güle güle…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?