Kim suçlu?

Kim suçlu?

Hiçbir birey anasının karnından doğarken suçlu olarak doğmuyor. Bu yüzden işlenen suçların önüne geçilemeyebilir fakat önlem alınarak azaltma yoluna gidilebilir. Burada en büyük görev suçluyu yargılayan Hâkimlere, Savcılara ve onları savunan Avukatlara düşmektedir.

Neredeyse dört kişiden biri suça meyil olarak patlamaya hazır bir bomba gibi atakta. Çoğu zaman eğitim şart” diyor olsak da ben buna katılmıyorum. Eğer öyle olsaydı eğitim görmüş kişiler cezaevlerine düşmezdi. Toplumsal değerlerin hiçe sayıldığı bir yerde “suçludan çok suça itenler”  hep var olacaktır. Asıl suça iten kişiler dışarıda serbestçe dolaşırken “suçlu” dediğimiz kişileri topluma kazandırmak için uğraş vermeliyiz. İşlediği suçun ağırlığına bakılmadan sırf mahkemede Hâkim karşısına takım elbise ile çıkıyor diye iyi hal indirimi almamalı. Ya Hâkim karşına çıkarken takım elbise almaya gücü olmayanlar ne yapsın?

Hani halk arasında bir deyim vardır. “Bu Avukat ipten adam alır “. Parası olmayanlar ne yapsın.

Birden aklıma Lidyalılar geldi. Gözü kör olasıcalar nerden buldular ki parayı. Suçun asıl kaynağı galiba “para”. Kimi yokluktan, kimi varlıktan, kimi bir anlık öfkenin kurbanı, kimi lüksün verdiği şatavatlı yaşamın. Hangi anne ister evladı hırsız olsun  yada katil, ya da uyuşturucu bağımlısı. Sahi kimse ister mi ?

Hırsızlıktan sabıkalı genç ile konuşurken şöyle sordum.

Seni buna iten nedenler neydi?

Kim ister dedi böyle olmak. Ama bir kere bulaştığın zaman ardı arkası gelmiyor. Çal diyorlar çalıyoruz. Bir kere girdin mi içlerine çıkışı yok bu yolun. Beni asıl üzen cezamı çekmiş olmama rağmen en ufak bir hırsızlık olayında ilk akla benim gelişim ve kimsenin iş vermemesi.

Sonra aklıma ilimizde yaşanan ilgin bir olay geliyor.

“yıllar önce, pimapen pencereler yeni çıktığı zamanlar. Malum herkeste bir yarış evlerinin canım ahşap çerçeveler sökülüyor pimapenler takılıyor. Derken hızla yayılan hırsızlık vakası. Sonunda suçlu pimapenci çıktı. Her çerçevesini değiştirdiği evi soymuştu. Ve böylece iyi bir servet sahibi olmuştu. “

Sanırım onu çalmaya iten nedenlerin biride kolay para kazanmak ve hızlı zengin olma hırsı. Çünkü aldığı araba aylarca şehirde konuşulmuştu. Buda sanki kendini ispat etme gibi bir şey olsa gerek. Galiba çocuklarımızı yetiştirirken unuttuğumuz bir şey var. Her kapının anahtarının “sevgi” Olduğunu unutup onları belli bir yaşa kadar “delikanlı” ibaresini kullanıyor sonrasında ise yapmış oldukları her hatada “sende DELİKANLIMISIN diye öfkemizi kusuyoruz”… Burada bir anda boşluğa ittiğimizin farkına dahi varmıyoruz. Ta ki bir suç işleyene kadar. Çocukken hoş gördüğümüz ne varsa büyüdüklerinde yasak çemberinin içine alıyoruz. Hatta doğruyu yanlışı kendi telkinlerimde sınırlı tuttuğumuz için bir gün ters tepeceğini düşünemiyoruz.  Her birinin ayrı yürek yakan hikâyesi olan bu denetimi serbestlik mahkumları ile işledikleri suçtan duydukları pişmanlıkları ve aynı suçların başkaları tarafından işlenmesinden diye bir proje başlatıyoruz. Her suçlu yakın çevresinde ki en az üç kişiye anlatarak zincirleme bir bağ oluşturmayı düşündük.  İnşallah başarılı oluruz diyorum. Bir insana “katil,hırsız,ayyaş,serseri,uyuşturucu bağımlısı vs.” demeden önce acaba ;

Neden ?

Niçin?

Sormalıyız.

Ben inanıyorum ki bunu başarabiliriz. En azından adi suçlarla başlarsak gerisi kendiliğinden gelir. Yeter ki ben vazgeçtim diyenlere güvenelim.  Bu arada içlerinde çok komik nedenlerden de  mahkumiyet alanlar var.

Bakın ne olmuş.

1939 yılında Erzincan’ı yerle bir eden depremle hatırlarız. Deprem sonrası ayakta kalan çok az binadan biri de cezaeviydi.  Sabah erken bir saat; cezaevi savcısı tüm hükümlü tutukluları avluda topluyor ve şunları söylüyor; “Şimdi cezaevinin kapılarını açacağız ve siz dışarı çıkacaksınız. Şehirde deprem enkazında insan kurtarma çalışmalarına katılacaksınız. Ancak akşam olunca hepinizi buraya dönmüş olarak görmek istiyorum.”

Bu bir cezaevi yöneticisi için çok büyük riskler taşıyan bir karardı. Asla akla gelmeyecek bir durumla karşı karşıya olmanın yaratabileceği duyguları en iyi bilecek insanlar, o zamanlar Erzincan depremini  yaşayanlardı.

O korkulan an olmadı. Akşam olunca sayım yapıldığında mahkûmların eksiksiz geri döndüğü anlaşılmıştır. ( Adem Solak, Şiddeti anlamak kitabından )

Ne kadar güzel bir özet. İnsana insanca  olarak değer verdiğimizde aşamayacağız hiçbir engel yoktur. Yeter ki beyinlerimizde ki engelleri kaldıralım.

“Özgürlük en güzel hazinedir. Sınırlarımızı ve değerlerimizi koruduğumuzda biz biz  yapan değerleri artırır .”

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?