MAZİYE HASRET KALDIK

MAZİYE HASRET KALDIK

Gençlerimiz, bazı çocuklarımız bilemiyorlar olsa da, yaşı 50-60 veya daha yukarı olanlar gayet iyi bilirler ki, eski devirlerde millet olarak fakirdik. İstisnaları elbette ki olmak ile beraber, bireyler olarak yoksulluklarla çetin mücadeleler ettik. Tabii ki bu durum sadece bizim ülkemizle sınırlı değildi, dünyanın geneli üç aşağı beş yukarı aynı durumda idi.
Takriben 60-70 sene evveline kadar hayat standartları çok değişikti, hayat zordu, şartlar ağırdı, yoksulluk, işsizlik, çile ve hüzün dolu seneler dünyada kol geziyordu. O dönemlerde deste deste paralarımız, dövizlerimiz, çil çil altınlarımız, takılarımız, mücevheratımız; gizli, gizemli ve kabarık banka hesaplarımız hiç yoktu. Lüks arabalarımız, şatafatlı binalarımız, rezidanslarımız, gökdelenlerimiz, yatlarımız, yazlıklarımız, büyük şehirlerin ortalarında kalmış değeri milyon dolarlarla hesap edilen hektar hektar arsalarımız da yoktu belki.
Pahalı ve lüks mobilyalara, elektronik eşyalara, dillere destan ev alet ve edevatlarına; değeri ölçülemeyen rengarenk, desen desen, sayıları kabarık, bir defa giyildikten sonra belki de bir kere daha giyilmeyen giysilere, şan ve şöhrete, GDO’lu, hormonlu itibara elbet herkes sahip değildi, olamadı da…
Bunlar herkeste yoktu o dönemlerde belki ama, adına “insanlık” denen paha biçilemez değerlerimiz vardı. İnsanlar olarak bir birlerimize karşı sevgimiz ve saygımız, muhabbet ve hoşgörümüz var idi. Merhamet, yardımlaşma duygusu, başkalarını da düşünme, kollama ve koruma hissiyatımız vardı. Severdik yaratılanı yaratandan ötürü, kendimiz için istediklerimizi başkaları için de isterdik. Güvenirdik bir birimize.
Evimizin veya iş yerimizin anahtarlarını komşulardan birine emanet eder, sılaya, tatile, gezmeye-eğlenmeye giderdik. Hatta bundan bir asır önce çoğumuz kapılarımıza kilit takma ihtiyacı da duymazdık. Esnafımız ezan okur okunmaz dükkan kapısını açık bırakır, camiye namaz kılmaya giderdi. Bulduklarımızı sahibine iade eder, çarşının belli yerlerine sadaka taşları koyardık.
Yardımlaşırdık daima, adına “imece” dediğimiz usul ile ve sırayla bir birimizin işlerini yapardık. Nişan ve sünnet törenlerinde, düğünlerde, bayramlarda ve sair merasimlerde güler oynardık, şakalaşırdık, samimiyetle ve içten davranırdık her zaman… Sözün özü; güven vardı, vefa vardı, samimiyet itimat vardı, akrabalık arkadaşlık vardı, komşuluk ve dostluk vardı eskiden. İnsanlığı ve dünyayı ayakta tutan bu hasletleri her hangi bir bedel ile alamazsınız, hiç bir yerde de bulamazsınız. Çünkü bunlar manevidir, değerdir, ruhidir, özdür, esastır.
Ya şimdi ? Bazı istisnaları olmakla birlikte, dünya 15-20 sene önceki durduğu yerde durmuyor. 40 sene 50 sene önce olduğu yerde hiç değil. Bilim ve teknolojinin gelişmesiyle beraber, dünyada her şey hızla değişiyor, hatta öylesine hızlı bir değişim yaşıyoruz ki, adeta baş döndüren bir durum söz konusudur.. Buna bağlı olarak sanayide, teknolojide, ziraatta, tarımda, hayvancılıkta, ticarette ve diğer alanlarda olumlu gelişmeler yaşadık ve yaşıyoruz. Bunların yansıması elbette ki insan hayatında pozitif anlamda iyileşmelere, lüks ve konforun artmasına sebep oluyor. Bu anlamda değil uzun seneler, günler dahi değişimlere etki ediyor.
Ülkemizin köklü bir tarihe ve derin bir geçmişe sahip oluşu, coğrafî anlamda iyi bir yerde bulunuyor olması; topraklarımızın verimli, bol ve bereketli olması hasebiyle dünya ülkeleri arasında avantajlı durumumuzu da hesaba katarsak, mesele daha iyi anlaşılır hale gelecektir. Ki bu da, maddi anlamda iyi yerlerde bulunuyor olmamızda çok önemli etkendir. Durum böyle olunca, dünya ölçeğine göre maddi anlamda fazla da sıkıntılı olduğumuz söylenemez. Elhamdülillah maddî sorunumuz karlı dağlar gibi değildir, ama manevi durumumuz karlı dağlardan da fersah fersah büyüktür ve sıkıntılarımız aşılamaz boyutlara ulaşmıştır.
Bazı insanlarımız çalışarak, el emeği göz nuru ile; bazı insanlarımız gayr- meşru yollardan kazandıklarıyla; kimileri de muhtelif sebep ve isimler altında devletten aldığı yardımlarla bir şekilde hayatını devam ettirmektedir. Bu arada çalışmadan kazananları, oldukça lüks ve konforlu bir hayat yaşayanları da hatırlatmak gerekir.
Ne var ki, bu hengamede ve bu girdapta kaybettiğimiz manevi değerlerimiz, ahlakımız, hasletlerimiz, benliğimiz, kişiliğimiz, kültürümüz, örf ve adetlerimiz, ananelerimiz düşünen insanlar olarak yüreklerimizi dağlamakta, beyinlerimizi uyuşturmaktadır.
Keşke; manevi anlamda geçmişteki gibi, maddi anlamda da şimdiki gibi olabilseydik. Böyle olamıyorsak, eskiden olduğu gibi kalsaydık. Çünkü, maddi olarak bazı şeyleri her zaman kazanabiliriz; ama kaybettiğimiz manevi değerlerimizi tekrar kazanmak çok zordur. Kazandıklarımız kaybettiklerimizin yanında devede kulak gibidir. Allah encamımızı hayrede… Selam ve dua ile….

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?