MÜSLÜMANLIK BU MUDUR?

MÜSLÜMANLIK BU MUDUR?

Üst düzey bir diplomatımız Arap ülkelerinin birinde uzun yıllar Büyükelçilik yapıp Türkiye’ye döndüğünde, mesai arkadaşları: daha evvel vazife icabı İngilizce ve Almancayı ana diliniz gibi öğrenmiştiniz, şansınız yine yaver gitti, bu defa da Arapçayı öğrenmişsinizdir. derler. Diplomatımız ise: Evet arkadaşlar. Bir memlekette uzun süre kalırsanız, ister istemez lisan konusunda büyük aşamalar kaydediyorsunuz, bu kaçınılmaz. Araplar bilhassa hayvanlara öylesine harikulade isimler vermişler ki, hayran olmamak elde değildir, cevabını verince, arkadaşları sormuşlar: Araplar fil’e ne derler? Alınan cevap aynen şu: Canım büyük aşama dediysek o kadar da büyük değil. Arkadaşları şaşkın, ama ikinci soru da geliyor: Peki, karıncaya ne derler? Cevap hazır: E Canım, o kadar da küçük değil. Üçüncü soru kolay ve rahatlatan bir soru: O zaman öğrendiğinizi söyleyiniz? Cevap ilginç, bir o kadar da gülünç: Araplar keçiye ne derler bilemem, ama koyuna ‘anam-anam’ diyorlar. Arapçada koyunun adı Ğanem’dir. Anlayacağınız, diplomatımız bir kelime öğrenmiş, ama o nu da yanlış anlamış. Hadise budur, gelelim mevzuumuza.

Kimse kusura bakmasın, yüz kişide 2 veya 3 kişiyi geçmeyen istisnai gurubu bir kenara koyarsak kadınıyla-erkeğiyle, yaşlısıyla-genciyle, avamıyla-alimiyle, müridiyle-mürşidiyle millet olarak bizim İslâm’ı anlama ve öğrenmemizle, diplomatımızın Arapçayı anlama ve öğrenmesi arasında müthiş bir benzerlik ve aynılık mevcuttur.

İslâm’ı gereği gibi ve doğru olarak anlamadığımızdandır ki, manevi dünyamızda büyük tahribatlar oluştu. Halimiz öylesine vahim ki, herkesin kendine mahsus bir din algısı mevcut ve herkes, kendine özgü dinin kural ve kaidelerini kendi tespit ediyor; helal-haram sınırlarını kendi çiziyor. Böyle bir din anlayışı olabilir mi?

Çevrenize ibret nazarı ile bir bakıverin; manevi alanda yegane sermayemiz: şirk unsurlarının istilasına uğradığından kemale erememiş, kalbe intikal etmemiş, amele dönüşemeyen, cılız kalmış, kuru bir iman… Bid’at ve hurafelerle iç içe girmiş, hedef ve gayeden uzak, riya işgaline uğramış, yarım-yamalak amel… Ve nihayet, Allah’a inandığını söyleyen, ancak Allah’ı isim ve sıfatları ile yeterince tanıyamayan; Peygamber(sav)e iman ettiğini iddia eden, ancak Peygamberi hakkında üç cümle kuramayan, O’nun hayatını, davasını, amacını bil(e)meyen; hayat dini olan İslâm’ı sadece ibadet ve duadan ibaret kabul eden; Hayat rehberi olan Kur’an-ı Kerim’i ölü ve mezarlık kitabı zanneden sürü sürü insanlar ve sözde Müslüman(cık)lar…

Devletin verdiği faizin neresi haram; alan razı-veren razı, zina ve fuhuş niye yasak olsun ki; kendi paramla içiyorum, fazla da sarhoş olmuyorum, kimseye de zararım dokunmuyor, bu içki niçin haram oluyor; kendi paramla ve kendi arzumla oynadığım kumar haram mı olur; bu asırda tesettür mü olurmuş, bu kadar fanatik olunmaz ki. Din ayrı devlet ayrı, dini devlete karıştırmayın diyerek isyan bayrağını açan ve onurla dalgalandıran cahil ve gafil insanlar…

Haramların ve günahların hakim olduğu gayri meşru mekanlarda ömür tüketen, maneviyat yoksunu, iman ve ibadet fukarası ahmak mahluklar…Allah’a giden yolda “barikat” halini alan sözde ve uyduruk tarikatların dergâhlarında zikir çekmekle her şeyin hal olduğunu zanneden, ‘gerçekte amacın dışına çıkartıldığından’ dini açıdan hiçbir kıymet-i harbiyesi  olmayan bu mekanlarda “narkoz”lanarak, cihad şuurundan, tevhid bilincinden ve ümmet birliği fikrinden mahrum bırakılan ve Müslümanlığı sadece kılık-kıyafetle ifa ettiği zehabına kapılan cahil insanlar…

Midesinden, şehevi arzularından başka düşüncesi olmayan; müzik, dans ve eğlenceden başka gayesi bulunmayan; nefsinin ve şeytanın oyuncağı-maskarası olmuş milyonlarca genç nesil…Kendisinden başkasını düşünmeyen, neme lâzımcı-bana ne’ci; emr-i bil ma’ruf ve nehy-i anil münker hususunda en ufak bir çabası ve gayreti olmayan; Kurtuluşu İslâm ve Kur’an-da değil de AB kriterlerinde arayan; sarık-sakal-cübbe-çarşafla Cennet’i garantilediğini vehmeden ucube yaratıklar… Halimizi görüyor musunuz Müslümanlar! GDO’lu din algısının HORMON lu ürünleri…Bu tarlada yetişen ağacın meyveleri ancak bu kadar olur. Neden mi? İzah edelim:

Bir memlekette siyasi idarenin iradesi İslâm’a uygun değilse, o memleketteki Müslümanlar İslâm’ı Allah’ın emrettiği, Rasülullah’ın gösterdiği şekilde yaşayamazlar. Ve o beldede kaliteli Müslüman bulmak fermana tabi olur. Şeytanların cirit attığı ve hüküm ferma olduğu yerlerde rahmet rüzgârı esmez. Kimse kimseye gücenmesin ve hiçbir kimse de olduğundan başka görünme gayretinde olmasın. Zira rol yapmanın kimseye yararı olmaz. Ne buyurmuştu O büyük veli: Ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün.

“Arkadaş, herkesi eleştiriyorsunuz, sizin derdiniz nedir?” diyenler olabilir. Biz de deriz ki: Yegane derdimiz ve davamız, dünya ve Ahirette kurtuluşa kavuşmak, iki dünyamızı da ma’mur edebilmektir; tüm insanlarla beraber… O halde yapılacak iş nedir? Onu da söyleyelim: İcmali imandan tafsili imana, taklidi Müslümanlıktan tahkiki Müslümanlığa terfi edemediğimiz müddetçe bunu başaramayız. İslâm’ı Allah’ın emrettiği şekilde öğrenip hayata hakim kılamaz isek, maddi ve manevi dertlerimizin hiç birisine kalıcı ve sahici çözüm bulabilmemiz asla mümkün değildir. Deve kuşunu taklit etmek için gösterdiğimiz gayret ve çabayı, İslâm’ı anlama ve yaşama konusunda gösterse idik, bu hazin tablo karşımızda olmayacaktı, bu acınası ve perişan hallere düşmeyecektik. Dolayısıyla, dünyamızı da Ukbamızı da risk altında bırakmayacaktık.

Selâm Hakk’a tabi olanlara….

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?