Şaban KARAKAYA
Şaban KARAKAYA
saban@giresungundem.com
OKUDUĞUMUZ İLK KİTAPLAR VE AĞLADIĞIMIZ DESTANLAR
  • 0
  • 163
  • 12 Kasım 2020 Perşembe
  • +
  • -

Sevgili dostlar,

Değerli canlar,

Bugün 11 kasım…

Doğrusunu söylemek gerekirse;

Bugün sohbet konusu bulmakta biraz zorlandım…

Sıkışınca, her zaman yaptığım gibi ‘tarihte bugün ne olmuş diye’ İnternet dünyasında paylaşılan konulara baktım;

11 Kasım tarihi ‘Millet Mekteplerinin açıldığı’ tarih gözüküyor…

Eh, konu ‘millet mekteplerinin’ açılışı olunca;

Aklıma başlatılan ‘eğitim seferberliği’ geliyor…

Okur-yazar oranının yerlerde süründüğü…

Asker mektuplarının yazdırılıp-okutulması için çevrede numunelik ve halden-hatırdan anlayacak okur-yazarın arandığı günler geliyor.

Kaldı ki bu söylediklerim sadece ‘eğitim seferberliğinin’ başlatıldığı 11 Kasım 1928’li yıllarda olmuyor…

O tarihten sonra yavaş yavaş okur-yazar sayısı çoğalmaya başlasa da;

Bu mahrumiyet ülkemizin çoğu bölgelerinde ve köylerinde 1960’lı yıllara kadar sürüyor…

Yani demem o ki;

Bizim ilkokullu ve ortaokullu yıllarımızda bile çevremizde bir hayli okur-yazar olmayan kadınlar, erkekler, gelinler ve genç kızlar vardı.

Askerde veya gurbetteki kocasına, oğluna mektup yazdıracaklar;

Dağlardan-taşlardan, yedi-yerden sakladığı sırrını bizlere yazdırır ve gelen mektupları bizlere okuturlardı….

Ve yazdırdığı-okuttuğu mektupları kimselere söylememiz için bize sıkı-sıkı tembihlerde ve ricalarda bulunurlar ve bir anlamda bizimle ‘sır ortağı’ olurlardı…

Her neyse…

Mektup konusu burada bırakalım…

Şimdi de bizim yaşadığımız çevrede okuduğumuz öykü kitapları nelermiş? birde onları anımsayalım…

Ardından da ağlayarak dinlediğimiz ‘destanları’ anlatalım…

Ama önce zar-zor bulup okuduğumuz kitaplar…

Ancak burada ‘zar-zor bulduğumuz kitaplar’ ifadesi her yöre için geçerli değil…

Ben bu ifadeyi, matbuat dünyasının girmediği kasaba ve yerleşkeler için kullanıyorum…

Örneğin; benim ilçemde profesyonel matbuat çalışmaları 1963’den sonra girmiştir…

Ondan önce ise sadece ilçenin alışveriş günü olan Perşembe günleri il merkezinden mahalli gazeteler gelir…

Birde çevre il ve ilçelerde yaşanan trafik kazaları, vurgun olayları gibi dramatik ve acılı olaylar, dahada dramatikleştirilerek ‘Destan’ haline dönüştürülür ve destan satıcıları bunu ağıt halinde okuyarak satarlardı…

Ve birde ‘yer sergisi açan satıcılar’ daha çok ilkokul ve ortaokul öğrencilerine hitap edecek tarzda öykü kitapları satarlardı ama, en çok satılan kitaplar da daha çok Hazreti Ali’nin kitapları olurdu…

Yani, bizler ilkokul çağlarımızda daha çok Hazreti Ali’nin kitaplarını okuduk….

Örneğin;

İlkokul 2. ve 3. sınıflarda ‘Cin Ali’ serisinden;

“Cin Ali’nin Atı”

“Cin Ali’nin Topu”

“Cin Ali’nin Karagözlü Kuzusu” kitaplarını öylesine sever ve öylesine severek okurduk ki;

Değme keyfimize…

İlkokul 4. ve 5. sınıfa geldiğimizde de seviyeyi biraz daha yükseltir;

Allah’ın Aslanı Hazreti Ali…

Hz. Ali’nin Zülfikarı

Hz. Ali’nin Düldülü kitaplarını zevkle okurduk…

Ortaokul yıllarımızda da daha çok Kemallettin Tuğcu’nun acıklı ve hüzünlü öykülerinden;

“Benim Babam”

“Annesizler”

“Üvey Baba” gibi öyküleri okuyarak, kendimizi hüzün atmosferine sokmayı çok severdik her nedense…

Derken ardından bir aşama daha ileri giderek;

Tommiks ve Texsas kitapları okumanın tiryakisi olduk…

Ve bu kitapların adeta koleksiyonunu yapıp, arkadaşlarımıza hava atmaya başladık!…

Derken kitap okuma zevkimizi bir vites daha yükselterek;

Aşk içerikli ‘Fotoromanlar’ okumaya başladık…

Ardından ‘Malkoçoğlu’ gibi abartılı kahramanlıkları çizgili anlatım yoluyla anlatan gazeteleri okumaya başladık…

Bu konudan sıkılanlar var mıdır, yok mudur bilmiyorum ama…

Bende şirazeyi daha fazla kaçırmadan….

Ve geçmişe yönelik ilkel konularla kafanızı daha fazla yormadan…

‘Destan’ konusuyla sohbetimizi bitirmek istiyorum…

Gerçi bu ‘destan’ konusunu bilenler biliyor da…

Ben bilmeyenler için ‘böyle şeylerde vardı’ dercesine ve belki olur ya; birilerin işine yarar diye anlatmak istiyorum…

Sözünü ettiğim ‘destanlarda’ neler anlatılırdı?

Nasıl satılırdı?

Kısaca ondan söz etmek istiyorum…

Örneğin;

Eskiden bu kadar çok taşıt olmadığı için trafik kazaları da ayda-yılda bir olurdu…

Ve üstelik günümüzde olduğu gibi trafik kazalarında toplu ölümler bu kadar çok olmayıp ve üç-beş kişide olsa önemsenir ve ‘destanı’ yazılırdı…

Depremlerde ölenler…

Bir yangında hayatını kaybedenler…

Cinayetler…

Kısacası; insan yaşamını ilgilendiren acılı ve hüzünlü öyküler destan yazıcıları tarafından ‘uyaklı kafiyelerle” en az 15-16 kıt’a yazılır…

Ve satıcısı tarafından bu kıt’alar ezberlenir ve an acıklı bir şekilde okunurdu…

Ve destan en hüzünlendirici ve ağlatıcı bir şekilde sonuna kadar okunup bitirildikten sonra da, destan satıcısı; (destan kaç kuruşsa)

“Hediyesi 25 kuruş” diyerek, dinleyicilerine satardı…

Ve bizler ilkokul çağındayken bu ‘destan satıcılarının’ destan okuması bizleri öylesine çok etki altında bırakırdı ki…

Ve bizler o destancıları öylesine çok taklit ederdik ki…

Satın alıp ezberlediğimiz ‘destanları’ tıpkı onlar gibi okumaya çaba gösterir ve yapılan ‘fındık imecesinde’ destan okuyucusunu taklit eder ve imeceden bir ‘aferin’ alabilmek için okuduğumuz destanı ağıt formunda okuyarak, onları ağlatmaktan büyük zevk alırdık!…

Vay be!…

Sahi o günlerde vardı…

Her neyse…

Konuyu daha fazla uzatmadan…

Kişisel ve siyah-beyaz anılarla sizi daha fazla baymadan;

Bu sohbeti burada bitirelim…

Hoş kalın,

Hoş kalalım,

Esenlikle ve sağlıkla kalın…

En önemlisi de;

Maskesiz dolaşmayın…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • ÇOK OKUNAN
  • YENİ
  • YORUM