Şaban KARAKAYA
Şaban KARAKAYA
saban@giresungundem.com
ONLAR; İDEALİST ÖĞRETMENDİLER HER KARANLIĞA BİR MUM DİKTİLER
  • 0
  • 671
  • 16 Mart 2022 Çarşamba
  • +
  • -

Sevgili dostlar,

Değerli canlar,

Sizlerin de çok iyi bildiği üzere;

Mart ayının içerisi iki-üç günlük aralıklarla tamamen ‘özel gün’ ve ‘hafta’ kutlamalarıyla dolu…

Örneğin yarında;

16 Mart Öğretmen Okullarının 174. kuruluş yıldönümü kutlama etkinlikleri yapılacak…

Eh, haliyle bizlerde naçizane ‘Öğretmen Okulu’ mezunu olduğumuz için (meslek şovenistliği yapıp) bir gün önceden başlamak istiyorum ‘Öğretmen Okulları’ sohbetimize…

Örneğin, bugünkü sohbetimizde sizlere yaptığı hizmetlerin karşılığı olarak ‘heykeli dikilen’ bir öğretmenimizin yaptığı çalışmalardan ve yaşadığı anılardan kesitler paylaşmak istiyorum…

Ve sözü daha fazla uzatmadan da ‘meslek yaşı’ cumhuriyetten bir yaş büyük olan efsane öğretmenimizi (tanımayanlar için) tanıtmak istiyorum…

Adı: Ayşe Sıdıka AVAR

1901 İstanbul-Cihangir doğumlu..

Annesinin adı; Emine Hanım..

Belediye memuru Mehmet Bey’in en büyük çocuğu…

Sıdıka AVAR;

1922 yılında Çapa Öğretmen Okulundan mezun oluyor…

İlk ‘öğretmenlik’ görevini bir Çerkez Okulunda yapıyor…

1925 yılında İzmir’e geçiyor;

Burada Amerikan Kız Kolejinde Türkçe dersleri veriyor…

İzmir’de öğretmenlik yaptığı sıralarda Kadınlar Hapishanesindeki kadınlara ‘okuma-yazma’ öğretilmesi isteniyor…

Ve bu haberi duyan Sıdıka Avar hiç zaman kaybetmeden Hapishane müdürünün yanına çıkıyor;

“Ben bu dersleri vermeyi memnuniyetle kabul ederim” diyor…

Hapishane müdürü karşısında duran zayıf, çelimsiz, hatta çocukça fiziğe sahip olan gencecik öğretmeni görünce biraz şaşırıyor…

Hatta çaktırmadan bıyık-altından gülümsüyor…

“Peki, hoca hanım bu işle ilgileneceğim” diyor…

Ancak, mahpus kadınlara başka ders verecek başka ‘öğretmen’ çıkmayınca, Sıdıka Avar’ın ‘mahpus kadınlara’ ders vermesi kabul görüyor…

Genç öğretmen ‘mahpus kadınlara’ hem okuma-yazma öğretiyor…

Ve hem de insani davranışlarını öne çıkararak kendisini sevdiriyor…

Kendisini sevdiriyor sevdirmesine ama;

Karanlığı seven yarasalar rahat durmuyor!…

Çamur at. izi kalsın’ misali;

“Bu kadın misyoner” dedikodusu yayılıyor…

Uzatmayalım;

Bu dedikodu Mustafa Kemal Atatürk’e kadar ulaşıyor…

Ve bir gün Atatürk;

“Bana getirin bu öğretmenin dosyalarını” diyor…

Dosyaları incelemekle yetinmiyor;

“Hakkında misyonerlik isnat edilen öğretmeni birde ben göreyim” diyor ve makamına getirtiyor…

Genç öğretmen, Atatürk’ün karşısına çıkınca tir-tir titriyor…

Bu ufacık-tefecik kıza uzun-uzun baktıktan sonra;

“Misyoner öğretmen sensin öyle mi” diye soruyor…

Genç öğretmen korkudan kısılmış sesiyle;

“Efendim ben öğretmen Avar” diyor…

Atatürk, işaret parmağını korkudan tir-tir titreyen öğretmene uzatarak;

“Hayır, sen misyoner Avar’sın. Bana senin gibi misyonerler lazım” dedikten sonra, sözlerini şöyle sürdürüyor;

“Git memleketin içine gir…

Dağ köylerine uzan; orada bizden ışık bekleyen yarının annelerini göreceksin” sözlerini işiten Sıdıka Avar’ın üzerinde korku diye bir şey kalmaz…

Tam tersine bir an önce dağlara çıkmak için, içi-içine sığmaz…

Sıdıka Avar, hiç zaman kaybetmeden Dersim denilen bölgeye tayinini yaptırır…

1954 yılına kadar Bitlis, Elâzığ ve Tunceli illerinde kalır…

Ancak, o günün karanlıkları bugünlerin karanlığına benzemez…

Yani;

Kız çocuklarının okula gitmesi ve okuması zinhar günahtır diye okula verilmek istenmez…

Bu kadarla kalsa yine iyi;

Yörenin insanı üç-beş kelimeden fazla ‘Türkçe’ sözcük bilmez…

Siz şimdi buna birde ‘Dersim Olaylarından’ kaynaklanan Türk-Kürt ayrımcılığını ekleyiverin…

Türkçe bilmeyen yöre halkıyla nasıl diyalog kuracak?

Türk kökenli gencecik bir öğretmen ‘Türkçe’ konuşarak, Türkçeyi bilmeyenlere derdini nasıl anlatacak?

Ve genç öğretmen Sıdıka AVAR hiç zaman kaybetmiyor;

Öğrencilerine ‘Türkçe’ öğretebilmek için önce kendisi ‘Kürtçeyi’ öğreniyor…

Ve atına binip, başlıyor köy-köy dolaşmaya…

Kayadan daha sert ve inat olanları tatlı diliyle bir-bir ikna ediyor…

Topladığı öğrencileri getirip çalıştığı yatılı okulun yatakhanesine yerleştiriyor…

Ve okula getirdiği kızlara annelik yapıyor;

Okul görevlilerini hiç işin içine sokmadan, köylerden topladığı kızların bitlerini-pirelerini-dizlerine yatırıp-bizzat kendisi temizliyor..

Köyden getirdiği ‘Kürt’ öğrencilerinin aşağılanmasına asla ve asla izin vermiyor…

Türk-Kürt ayrımı yapanlara karşı amansız bir savaş veriyor!

Kısacası; çalıştığı okulda ve yörede ‘Kürt ve Türk’ ayrımcılığına en kısa zaman diliminde ortadan kaldırıyor…

Mesleğinin idealistlik ateşiyle yanıp-tutuşan Sıdıka Avar;

Öğrencilerine gündüz ‘öğretmenlik’ yaparak; Türkçe, Matematik, Yurt Bilgisi, Sağılık Bilgisi , Ev İdaresi, Çocuk Bakımı ve Yemek-Dikiş Nakış dersleri veriyor…

Ders dışı saatlerde de, öğrencileriyle birlikte ‘Halay’ çekiyor…

Birdenbire çocuklaşıp, onlarla birlikte yepyeni oyunlar oynuyor…

Kendi giyecekleri elbiselerin dikilmesinde onlara öncülük ediyor…

Vesaire, vesaire…

Ve okula giderken yoksulluğu üzerinden ilmik-ilmik döküldüğü belli olan kızlar, köylere çok ‘bakımlı’ bir şekilde dönen kızları annesi ve babası çok şaşırdığı gibi…

Kızlarını daha önce okula göndermeyen annelerde pişman oluyor…

Ve okul bitiminde ‘öğrencilerini’ anne ve babalarına götürüp teslim eder…

Kızını okula göndermediğine pişman olan anneler ise, bu kez Sıdıka Avar Öğretmenin ayaklarına sarılarak;

“Ne olur, benim kızımı da al götür Avar” yalvarmalarıyla karşılaşır…

Son söz;

İstanbul gibi bir kentte doğup büyüyen ve mesleğini eğitimden hiç nasibini almamış bir yörede, elindeki meşaleyle karanlıklar ışık tutun Ayşe Sıdıka Avar’ı, yaptığı hizmetleri unutmayıp, kadir-kıymet bilenler;

Ve Elazığ da heykelini dikerler…

Tunceli’de bir okula adını verirler…

Yarın;

16 Mart Öğretmen Okullarının kuruluşuyla ilgili bizim yaptığımız etkinliklerden ve eğitim anlayışı felsefemizden söz edeceğim…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • ÇOK OKUNAN
  • YENİ
  • YORUM