ONLARIN SUÇLARI YURTLARINI SEVMEKTİ BU SEVGİ BAZILARINI ÇOK RAHATSIZ ETTİ

ONLARIN SUÇLARI YURTLARINI SEVMEKTİ BU SEVGİ BAZILARINI ÇOK RAHATSIZ ETTİ

“Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık,

Babamız sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.

Arabalar şırıl şırıl caddelerden geçerken,

Bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı.

Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini,

Yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya

Ecelsiz öldürüldük,

Dövüldük,

Vurulduk,

Asıldık,

Vurulduk ey halkım, UNUTMA bizi…

Yoksulluğun bükemediği bileklerimize, çelik kelepçeler takıldı.

İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez,

İsteseydik diplomalarımızı mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık

Mimardık,

Mühendistik,

Doktorduk,

Avukattık,

Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu,

Yüreğimiz işçiyle birlikte attı, köylüyle birlikte attı,

Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma.

Bizleri yok etmek istediler hep,

Öldürüldük ey halkım UNUTMA bizi…

***

Uğur Mumcu’nun “Sesleniş” şiirinin dizelerinde de belirttiği gibi bu gencecik halk çocukları; ülke çıkarlarından başka hiçbir ‘çıkar’ gözetmedikleri için gencecik yaşlarında terk etmişlerdir bu dünyayı…

Halbuki bu kadar erken gitmeye ne gerek vardı öyle değil mi? (dedikten sonra, gelin isterseniz bundan 45 yıl geriye doğru bir yolculuk yapalım.)

Ve…

O dönemin gençlik hareketine şöyle bir göz atalım…

Bundan 45-50 yıl önceki dönemlerde de şimdi olduğu gibi asalak yaşayan, yurt ve dünya sorunlarıyla uzaktan-yakından ilgili olamayan, dünya yıkılsa, asla ve asla umursamayan gençler olduğu gibi bunun tam tersinde duran gençlik kesimleri de vardı…

Her zaman olduğu gibi ‘dünya yansa, bir kalbur samanı yanmayan’ gençlik kesimi mutlu azınlığın çocukları ve (şimdi olduğu gibi) bu mutlu azınlığın eksenin de birde ‘yağcı-yalaka’ gençler doldururlardı!

Birde ülkenin çıkarları hangi yöne savrulursa-savrulsun, efendilerinin bir dediğini ‘iki’ etmeyen, “Vur” dedi mi “vuran” ve “Öldür” dedi mi “öldüren” bir gençlik kesimi de vardı ki, bu gençlik kesimi o tarihlerde efendilerinin sözünden dışarı çıkmadığı içindir ki, bugünün en büyük ve en üst düzeyde yöneticileri ve ergleri durumundalar…

Ölümü, işkenceyi, pusuya düşürülmeyi ve korkuyu arka planda bırakan gençler ise; yurt sevgisini her şeyin üstünde tutan gençlerdi…

Bu gençler;

Soyguncuyu gördü mü; sorup-sorgulayan…

Vurguncuyu duydu mu; kabına sığmayan!

Sömürenin değil, sömürülenin yanında duran…

Emperyalizme ve onun işbirlikçilerine kafa tutan!

Gerektiğinde grev çadırlarında işçiyle birlikte yatan…

Hurafeciliği, gericiliği, tutuculuğu tarihin çöplüğüne atan…

Toprak ağalığına, Aşiret Reisliğine, Şeyh-Şıh gibi unvanlarla savaşan!

Demokrasiyi, özgürlüğü ve insan haklarını her şeyin önünde tutan böyle bir gençlikte vardı…

İşte bu gençlikten içerideki egemen güçler çok rahatsız olurlardı…

Sadece içerideki güçler ve ergler mi rahatsız olurlar dı?

Hiç olur mu; asıl dışarıdaki (gizil) ağababalarıyla işbirliği içinde olan bizim kendi erglerimiz (dışarıdaki ortaklarının reçetelerini içeride uygulamalarına rağmen) konuyu kamuoyunu öylesine yanıltıcı ve algı değişikliği yaratırlardı ki, bu şeytanın bile aklına gelmezdi…

Nasıl mı?

Bu 45-50 yıl öncenin gençliği ‘bilim’ dünyanın neresinde olursa-olsun, onu alır ve aklının süzgecinden geçirdikten sonra eğer ülkesi için kullanmayı düşünür ve ondan yararlanma yoluna gittiği için egemen güçler bu gençlik için” Kökü dışarıda” gibi gülünç bir iddia ile halkı kandırmaya çalışırlardı. (hala da öyle ya) halbuki “Kökü dışarıda” olan, emperyalizmin ağababalarından, küresel sermaye güçlerinden emir alıp, yurdun altını-üstünü peşkeş çekenler yine onlardı…

Ama suçlarını bastırmak için bunu halka tersinden anlatıyorlardı…

Tıpkı 45-50 yıl öncenin 68 devrimci gençlerinin, anayasayı uygulamayan egemen güçlere; “Neden anayasayı uygulamıyorsunuz” diye hesap sorulmuş ve o günün en uç yöneticileri de; “Bu anayasa bize çok bol geliyor” demelerine rağmen, boynunu ‘Darağacına’ uzatan gençler, hangi iddia ile yargılanmışlardı anımsadınız mı; “Anayasayı ortadan kaldırmakla” (tağyir, tebdil ve ilga etmekle)

Halbuki onlar…

Tekrar Uğur Mumcu’nun dizelerinde ifade ettiği gibi ifade edecek olursak;

“Giresun’daki yoksul köylüler, sizin için öldük.

Egedeki tütün işçileri, sizin için öldük

Doğudaki topraksız köylüler, sizin için öldük.

İstanbul’daki, Ankara’daki işçiler, sizin için öldük

Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım unutma bizi…

Bağımsızlık Mustafa Kemal’den armağandı bize

Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara.”

Ve aynen de öyle oldu..(dedikten sonra) mademki bağımsızlık Mustafa Kemal’den armağandı onlara, o halde Mahir Çayan’ın mahkeme savunmasından küçük bir alıntı yaparak, yavaş-yavaş sohbetimizi özetleyerek bağlayalım.

……….

YARGIÇ: (Mahir’e) İddia makamının iddialarını dinlediniz. Yaptığınız Marksist ve Leninist eylemlerinizle büyük insan Mustafa Kemal’in adını da karıştırıyorsunuz. Bundan kastınız nedir?

MAHİR: Kemalizm, emperyalist boyunduruk altında olan yarı sömürge ülkelerin devrimci milliyetçilerinin bir kurtuluş bayrağıdır. Kemalizm’e ruh veren onu yaşatan, milli kurtuluşçuluğun, yani anti-emperyalist ve anti-feodal tavır alıştır. Emperyalizme karşı isyan bayrağıdır…

YARGIÇ: Yani sizlerde mi Atatürkçüsünüz?

MAHİR: Milli Kurtuluşçu bir tutum yansıtması açısından bizler sapına kadar Atatürkçüyüz. Onun milli Kurtuluşçuluk bayrağını, hayatımızda dahil her şeyimizi ortaya koyarak biz dalgalandırıyoruz.

YARGIÇ: Atatürkçülük kala-kala sizlere mi kaldı?

MAHİR: Gardırop Atatürkçülerine kalacak hali yok ya!

YARGIÇ: Yaaa!

MAHİR: Hayatın cilvesine bakın ki, onun açtığı yolda Milli Kurtuluş Bayrağını 1971 Türkiye’sinde dalgalandıran bizler, O’nun adına, O’nunla uzaktan yakından ilişkisi olmayanlar tarafından O’na ihanetle suçlanıyoruz.”

***

Deniz Gezmiş ve iki arkadaşı ‘idam’ cezasına çarptırılınca, Mahir Çayan ve arkadaşları Deniz’lere verilen idam cezasının kaldırılması ve kaldırılması için, Ünye Radar Üssünde çalışan üç İngiliz’i kaçırmış ve Tokat-Niksar Kızıldere Köyüne sığınmışlardı.

Çok geçmen etrafları sarıldı…

Saklandıkları kevgir-ahşap ev makineli tüfeklerle tarandı…

Bir kişi samanlığa saklandı…

Diğer on kişinin bedenleri sağa-sola, ruhları ise bir beyaz güvercinlerle gökyüzüne havalandı…

Ve geriye dudaklardan dökülen şu mısralar kaldı;

“Oy dere Kızıl dere,

Böyle akışın nere,

Bizde hal mı bıraktın,

Sana can vere vere.”

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?