Şaban KARAKAYA
Şaban KARAKAYA
saban@giresungundem.com
OTUZ YIL ÖNCE TANIŞMIŞTIK HOŞ BİR SOHBET YAPMIŞTIK
  • 0
  • 187
  • 12 Şubat 2020 Çarşamba
  • +
  • -

Işıklar içinde uyusun..
Mekanı cennet olsun..

Sevgili dostlar,
Değerli canlar,

Bugünkü sohbetimizde siz değerli sayfa arkadaşlarımla 30 yıl önce tanıştığım…
Ve tanışmaktan çok memnun kaldığım…
Ancak, dün ‘öldü’ diye acı haberini öğrendiğim bu değerli insan ile unutamadığım bir anıyı paylaşmak istiyorum..

Ne var ki, birçoğunuzun da aklından;
“Yahu her gün 5’er-5’er şehit haberleri geliyor, onları yazsana” diye düşündüğünüzü de adım gibi biliyorum…

Biliyorum bilmesine de…
Ancak “ne olur, ne olmaz” kaygıları taşıdığım içinde ne yalan söyleyeyim;
“Vatan sağ olsun”
“Milletimizin başı sağ olsun”
“Çocuklarımızı katledenler misliyle kahrolsun” demekten başka elimden bir şey gelmiyor…

Önümüzde uslular dururken şimdi ben kalkıp da;
“Suriyeli gençler kendi savaşlarından kaçarken, bizim gençlerin ne işi var o topraklarda?” diyemem ya…
Üstelik elbet bir bildikleri var ki sağlam gidip ‘şehit’ mertebesiyle geri dönüyorlar!

Onun için ‘Suriye topraklarında savaş’ konusu hassas bir konu olduğu kadar, bizim boyumuzu da ölçümüzü de aşıyor!..

Ve bunun için üstüme vazife olamayan şeylerden uzak duruyor ve kişisel anılardan söz etmek istiyorum…

Yıl; 1990
Henüz emekli olmamışım ve Ordu-Çatalpınar (o tarihlerde belde idi) Kıran Mahallesi denilen yeni bir okulda öğretmenlik yapıyor ve hafta sonları da Giresun merkezdeki evime gidip geliyordum.

Yıl; 1990
Yani bundan otuz yıl önce…
Yani Toktamış Ateş ve Nazlı Ilıcak henüz daha Milis kuvvetleri komutanı (Topal) Osman Ağaya ‘Eşkıya’ yakıştırması yapmamış.

Ve bunların daha henüz söylenmediği günlerde bende onların tam aksine Kurtuluş Savaşında büyük katkılarıyla yen alan ve gönüllü alaylar kuran, Milis Kuvvetleri Komutanı Topal Osman’ı ve çetelerini anlatan bir ‘Tiyatro Oyunu’ yazmak istiyordum…

Yazmak istediğim oyunun temelini atmak ve çatısını kurmak için kıyıdan-köşeden öykü malzemeleri topluyorum…

Tam da bu sıralarda benim böyle bir çalışma içinde olduğumu Osman Ağanın ağabeyinin torunu (Mimar Mühendis) Hasan Deniz Feridunoğlu duymuş ve benimle tanışmak istemiş…

Her neyse..
Sözü uzatmayalım…
Bu karda-kışta sizleri kişisel anılarımla fazla bunaltmayalım…

Bir yaz akşamı Giresun Merkezde TUBOR Tesislerinin Tarasın da yapılan bir ‘dostlar sofrasına’ beni de davet ediyor Hasan Deniz Feridunoğlu…

Ve o akşam dostlarının Hasan Deniz için kurduğu sohbet sofrasında Hasan Deniz Ferinoğlu ile önce tanışıyoruz…
Daha sonra da güncel toplumsal konulardan giriş yapıp ve konuyu yazmak istediğim ‘Osman Ağa’ oyununa getiriyoruz.

Hasan Deniz Feridunoğlu, benim böyle bir girişimde bulunmama çok sevindiğini bildirdikten sonra sözlerini şöyle sürdürüyor;

“Hocam ben Osman Ağa’nın ağabeyinin torunlarıyız. Ancak bizde dede deriz Osman Ağaya..Hatta kendi dedemizden daha çok sevdiğimizi de söyleyebilirim.”

Ve beni asıl etki altında bırakan konuşmasına şöyle devem ediyor;
“Hocam, benim değerlerim arasında ilk üç sırayı şunlar alıyor;
Atatürk, Cumhuriyet ve Osman Ağa…Ben üçüne de asla toz kondurulmasını istemiyorum.
Onlar hakkında her kim ki bir kötü söz söylese rahatsız oluyor ve sabahlara kadar uyuyamıyorum..”

(ve bir yudum su içtikten sonra yarım kalan konuşmasına şöyle devam ediyor;)

“Sizlerin dedemiz hakkında ‘Tiyatro Oyunu’ yazma girişiminize ve düşüncenize çok saygılıyım ve ayrıca da teşekkür ederim. Ancak öyle hassas günlerden geçiyoruz ki, birileri Atatürk’e ve Osman Ağaya sataşmak için pusuya yatmış fırsat kolluyor…

Ki; sizin yazdığınız oyun üzerinden ve durumdan vazife çıkaran mutlaka olacak ve tartışmaya açacaklardır diye düşünüyorum. İşte o zaman bu savunmasız kahramanları savunacak kimseler kalmayınca onların mezarda kemikleri sızlayacaktır.
Onun için bunun üzerinde iyi düşünmek gerekir diye düşünüyor ve yinede kararı size bırakıyorum” demişti…

Gecenin ilerleyen saatlerinde ben kalkmak için izin isteyince de;
“Hocam, tanıştığımıza çok memnun oldum. (adres kartını çıkarıp bana uzattıktan sonra da) Yolun İstanbul’a düşerse, lütfen benim konuğum olmanı isterim” demişti…

O günden sonra yolum İstanbul’a çok düşmüştü ama bir türlü bu değerli insanı arayıp konuğu olamadım…
Demek ki kısmet değilmiş…

Dün akşam ise 09 Şubat tarihinde bir kalp krizi sonucu bu zalim dünyadan göç ettiğini duydum…
Ne diyebilirim ki…
Böyle durumlarda ne denebilir ki…
Denilse denilse yine her zaman olduğu gibi;
Yolların ışık, mekanın cennet olsun Hasan Deniz Feridunoğlu.
Işıklar içinde uyu…

NOT: Görsel fotoğrafları İsmail Tataroğlu’ndan temin edilmiştir.

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • ÇOK OKUNAN
  • YENİ
  • YORUM