SEL İLE GELEN YEL İLE GİDER

SEL İLE GELEN YEL İLE GİDER

Bir beldede faaliyet gösteren iki ayrı tarikattan, bir tanesinin taraftarı çok fazla, diğerininki ne göre daha azdır. Gel zaman git zaman derken, müridi fazla olan şeyh yerine halife tayin edemeden ani olarak vefat eder. Başsız ve halifesiz kalan müridler zaman içinde çareler aramaya başlarlar, istişareler yaparlar ve neticede var olan diğer dergâha katılma kararı alırlar.

Bu durumu karşı taraftan bir kişiye söylerler ve kendilerine katılma taleplerini şeyh’e bildirmelerini rica ederler. Elçi konumundaki zat meseleyi öyle allandıra-ballandıra mürşidine anlatır ki, “sayımız artacak, güçlü olacağız” diye keyfinden adeta dört köşe olur. Ne var ki, şeyh’i onun gibi düşünmüyor ve teklife soğuk bakıyor, temkinli davranıyor.

Kendisine yapılan ısrarcı tavırlardan rahatsız olan mürşid,  “bu iş hayra alamet değildir.  Ama, madem ki bu kadar ısrar ediyorsunuz, gelsinler” der, teklifi kerhen de olsa kabul eder. Aradan fazla zaman geçmeden dergâh dolar taşar, hareketli ve heyecanlı günler başlar. Gel gör ki,  mürşid-i kâmil gelen ekipten pek de hoşnud olmaz, işin içinden çıkılmaz hal alacağından endişe etmeye başlar. Başlar ama, müridlerine bu işe bir türlü izah edemez, zorlanır, darlanır, ama suskundur!

Bir gün mürşid endişelerini ispat etme babında, çok güvendiği ekibi yanına çağırır ve der ki: “bakınız haberiniz olsun, bu gün yatsı namazını kıldırırken, dizimin arka kısmına şişirilmiş küçük bir balon bağlayacağım. Yaşanacak olayları iyice takip ediniz, beni ondan sonra belki de anlarsınız” der.

O gün yatsı namazını kıldırırken secdeye oturduğu anda, şişirilmiş olan balon patlar ve yellenmeye benzer bir ses çıkar. Bunu duyan müstakbel müridler, “bu adam yellendi, abdesti bozuldu, ama namaza devam etti, demek ki bu gerçek şeyh değil, sahtekâr” düşüncesiyle, topluca dışarıya çıkarlar, dağılırlar ve bir daha tekkeye uğramazlar.

Meseleyi merak eden kendi müridleri hocalarından konu hakkında bilgi isterler. Olayı bilen arkadaşlarının huzurunda hoca olayı anlatır ve ” Beni iyi dinleyiniz kardeşlerim. Tasavvuf gönül işidir, aşk ve şevk ister. Tasavvuf iman ve teslimiyet ister, sadakat ve samimiyet gerektirir. Bu işler ihlas gerektirir, aşk ve iştiyak ister. Bir vesile ile gelen kardeşlerimiz bu iklime uyum sağlayamadılar ve bir vesile ile geri döndüler; Allah yollarını açık eylesin. “Üzülmeyiniz, gevşemeyiniz; inanıyorsanız en üstünsünüz” emr-i ilahisini gönüllerinize ilmek ilmek işleyiniz; Efendimizi önder, Kitabımızı rehber edinmekten başka kurtuluş reçetesi olmadığını unutmayınız…” şeklinde nasihat eder.

Şimdi bunu neden anlattım?  Veya gelelim meselenin özüne: Bilindiği üzere, Milli Görüş camiası hayatı Kur’an ve Sünnet kriterlerine göre dizayn etmek amacıyla siyaset sahnesine adım atan şuurlu Müslümanların oluşturduğu bir cihad ordusudur. Bu hareket insanların dünya ve Âhiret kurtuluşunun İslam’da olduğunu insanlara tebliğ eden kutlu yolcuların şanlı maratonudur. Bu yolda ölenler şehit, kalanlar gazidir. Bu çemberin içinde bulunmak onur vesikasıdır, kısmet işidir, herkese nasip olmaz.

Bir vesile ile veya hasbe’l kader bu camiaya dâhil olan, ancak meselenin mahiyetini yeterince kavrayamadığından, bilgi eksikliği veya yanlış bilgilerle mücehhez olduğundan dolayı, bu nimetten, bu fırsattan gereği kadar istifade edemeyen bazı kişiler vardır ki, mızıkçılık etmekten, mazeretler aramaktan başka işler yapmaya vakit bulamıyorlar. En basit meseleleri devasa gibi gören, en hafif rüzgârdan dahi fırtınalar kadar etkilenen, sağa-sola savrulmaktan kendilerini koruyamayan bu kardeşlerimiz buz patenti pistinde yürüyenler gibi ayağı kayma tehlikesi ile her an karşı karşıya bulunmaktadırlar.

Bilinen ve herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir ki, her orduda olduğu gibi Milli Görüş ordusunda da askerler komutanlara tabidir, onların emirlerini yerine getirmekle mükelleftirler. Üzerine düşen veya kendisine tevdi edilen görevi ifa etmeyen, bununla da yetinmeyerek yerli-yersiz dava kardeşlerini eleştiren, teşkilat disiplinine uymayan, dolayısıyla fitne-fesat ateşini körükleyen, zihinlere zehir ekmekten imtina etmeyen bu tür kişiler nasihatlere de kapalı olduklarından;  en küçük meseleyi bahane ile adres, yani parti değiştirebilmektedirler.

Tarihin akışı içinde yele göre yelken açan, nabza göre şerbet veren veya her iklime uyum sağlayabilen, ÇIKAR VE MENFAAT İÇİN HER DÖNEMİN ADAMI sıfatına lâyık görülen, yanar-döner konumundaki bu tür insanlar, siyasete olan güveni, itimadı, gerekliliği hoyratça harcamaktan çekinmemektedirler. Siyaset bilimine ve siyaset kurumuna itibar kaybettiren bu durum talihsizliktir, insanlığın yüz karasıdır.

MESELE ŞUDUR Kİ, “SEL İLE GELEN YEL İLE GİDER” özdeyişi belki de tasavvuftan ziyade siyaset kurumunda ve bu tür ilkesiz kişilerde daha fazla anlam kazanır. Dik duruşlu, ilkeli, prensipli, haysiyetli, onurlu ve şerefli bir hayat emin olunuz ki, insanlığın en pahalı, en değerli servetidir. Bu servete sahip olan insan sayısı o kadar az ki… Bu sayıyı artırmak ve korumak dilek ve temennisi ile… Selam ve dua hak edenlere olsun.

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?