Şaban KARAKAYA
Şaban KARAKAYA
saban@giresungundem.com
ŞU SIRALAR NOSTALJİ TAKILIYORUM ESKİ DEFTERLERİ KARIŞTIRIYORUM
  • 0
  • 172
  • 15 Nisan 2020 Çarşamba
  • +
  • -

Sevgili dostlarım,
Değerli okurlarım,
Üst başlıkta da belirttiğim gibi;
Şu saralar nostalji takılıyorum..
Yani daha başka bir ifadeyle;
Siyah-beyaz düşünüyorum!
Eh, birçokları gibi bende dışarıya çıkamıyorum.
Tıpkı siz değerli dostlarım gibi kurallara riayet ediyorum.
Kitap okuyorum..
Okuduklarımı yazıya çeviriyorum..
Ancak sonuçta bizimki de can;
Bazen aynı şeyleri yapmaktan sıkılıyorum, yoruluyorum..
Hele hele edindiğim bilgileri sizinle paylaşmak için can atıyor;
Ve bir an önce paylaşmak için içimi-içime sığdıramıyorum!
Örneğin, bugün yine siz değerli dostlarım ve sayfa okurlarımla Giresun’un bir zamanlar -var olan- değerlerinden söz etmek için can atıyorum!
Ki; (bu değerlerimizi bilenler zaten biliyor da) ben bilmeyen yeni kuşaklar için anlatmak istiyorum…
Ama bana ne kadar inanırlar; açıkçası onu da bilmiyorum!
Ve sözü daha fazla uzatmadan da konuya giriyorum;
Sevgili dostlar,
Değerli canlar,
Şimdi ben burada “Tanrı Doğu Karadeniz’in coğrafi güzelliğini yaratmış yaratmasına da, ancak en güzel yeri Giresundur” diye ön tarafına da Giresun Adasını nokta olarak koymuş.” dersem..
Ne olur komşularımız ve bölge insanlarımız bunu sakına-sakın yanlış anlamasınlar. (böyle bencil bir tasnif yapmayı sevmem. Bunu bir tanımlama zenginliği olarak kabul etsinler.)
Ki; üstelik benim penceremden baktığımda bu Ada salt Giresun’a ait değil, aynı zamanda -bana göre- tüm Doğu Karadenizlilerin “bizim adamız” diyebilecekleri bir Ada’dır..
Efendim;
‘Giresun’ denilince akla salt fındık gelmemeli..
‘Dünyada fındığın başkenti’ olarak düşünmemeli..
Kimsede bunun tersini düşünmeye cesaret edemez..
Zaten etse de kimseler inanmaz…
Onun için Giresun salt ‘fındığının’ kalitesi ve özelliğiyle değil;
Aynı zamanda birbirinden güzel yaylalarının var olmasıyla da öne çıkan bir kenttir..
Şöyle ki;
Tarihi Kalesiyle..
Bir aşk öyküsüne konu olan Adasıyla..
Geçmişte (şimdiki organizasyon değil) halkın doğaçlama olarak bir arayı gelip eğlendiği ‘Mayıs Yedisiyle’…
Her on adım ötede şırıl şırıl akan dereleriyle..
Bir zamanlar gürül-gürül, çağlaya çağlaya akan Akarsularıyla da önemli bir güzelliğe ve özelliğe sahipti Giresun coğrafyası…
“Sahipti” diye ‘dili geçmiş’ bir zaman eki kullanıyorum;
Çünkü bu sözünü ettiğim güzellikler çok-çok gerilerde kaldı..
Yani o eski güzelliklerden şimdi pek eser kalmadı..
Şimdi o güzelim derelerde canlılara ne ‘yatacak’ yer bıraktılar.
Nede özgürce akabileceği bir yol ve yatak bıraktılar..
Bütün derelerimizi ‘köstebekler’ delik-deşik edip, geriye sadece taş yığını bıraktılar..
Ve dereleri kendi haline bırakıp, geçiyorum bir başka konuya..
Efendim;
Bir zamanlar bu küçücük kentin limanına yük gemileri ve yolcu gemileri gelir-giderdi..
Hatta ‘yolcu gemileri’ haftada iki kez gelir, yolcusunu yükler ve “Giresun üstünde vapur bağırıyor” türküleriyle yol alırdı…
Şimdi ben burada genç kuşaklara desem ki;
“Bir zamanlar bu kentin ismini taşıyan ‘Giresun Vapuru’ adında bir gemisi vardı.” desem; bana ya gülerler, yada inanmazlar…
Ama vardı..
Bu kentte bir zamanlar -birbirleriyle yarışırcasına- gece yarısında balık avına çıkan onlarca motor ve onlarca Kayıkçı Tayfası vardı.
Gün ağarmadan ‘Balıkçı Tayfası’ motorlarıyla, kayıklarıyla şafak
vakti limanın içerisinde dolardı…
Sahile evi yakın olanlar; limana giren motor sesleriyle ve birde havada balıkçılardan hakkını isteyen martı sesleriyle uyanırdı…
Bu motor sesleriyle uyananlar boşuna dememiş;
“Oy Giresun kayıkları
Hep geliyor karından” diye…
Boşuna söylememişler bu türküyü..
Aaaah, ahh!
Hangi birisini sayayım birader..
Bir zamanlar bu kentin sahillerinde öylesine büyük kumsallar ve plajlar vardı ki; hepsi birbirinden güzeldi..
Öylesine özgürce girilebilir upuzun Halk Plajları vardı ki;
Hepsine de bilet almadan ve özgürce giriliyor ve akşama kadar kumların üzerinde yatıp dinleniliyor ve denize giriliyordu..
Hepsini ortadan kaldırıp yok ettiler…
Hadi şimdi de canımız yaylalara gitmek istiyor diyelim:
Neden gitmeyelim?
Üstelik hangi yaylaya gidersen git; hepside birbirinden güzel..
Evet, sevgili dostlar;
Bu adına ‘Yeşil Giresun’ denilen kentte bir zamanlar (gurbet göçünden önce) ‘Ot Göçü’ adında yaylalara guruplar halinde gidip; 15-20 gün dinlenme geleneği vardı..
Ki; yaylalara çıkıldığında salt çocuklar ‘çelik oyunu’ oynamaz ve koskoca delikanlılar ve çoluk-çocuk sahibi babalar bile yaylanın çayırında ‘Çelik Oyunu’ oynarlardı..
Yaylanın soğuk derelerinde ‘savak’ savarlardı..
Benekli alabalık tutarlardı…
Şimdi bunların hepsi mazide kaldı…
Eskiden ‘yayla’ denilince ilk akla gelen şey şunlardı;
Kaymaklı yoğurt yenilecek..
Mis gibi kekik kokan Tereyağı ile peynir pişirilecek..
Bunlar yendikten sonra, pınar başına gidilip soğuk su içilecek.
Yaylaya ‘otçu göçü’ giden kafadarlar (önceden anlaştıkları gibi) bir araya gelip kuzu kesecek!
Birazını hane halkıyla yedikten sonra birasını bir zula yere gidip kafaları çekecek!
Ve 15-20 günlük ‘otçu göçü’ dinlencesi de böylece bitecek..
Güzel günlerdi be!…
Her neyse…
Bu güzellikleri yaşayanlar yaşadı..
Yaşayamayanlar zaten yaşayamadı!
Velhasıl-kerim sözü daha fazla uzatmayalım;
Bunların hepsi mazide kaldı…
Bu anlamsız sohbetle kimlerin kafasını yorup maziye taşıdım;
Hiç geriği yokken, kimlerin anısını gün yüzüne çıkarıp, yarasını kaşıdım mı? bilemem..
Bir sonraki sohbette buluşmak üzere;
Hoş kalın,
Hoşça kalın,
Sağlıkla kalın,
Sevgiyle kalın,
En önemlisi de;
Kim ne derse desin, anılarınızdan uzak kalmayın…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • ÇOK OKUNAN
  • YENİ
  • YORUM