SUSKUN TOPLUMU SEVİYORLAR İTAAT ETMEYENLERİ EZİYORLAR

SUSKUN TOPLUMU SEVİYORLAR İTAAT ETMEYENLERİ EZİYORLAR

Sizce de öyle değil mi sevgili arkadaşlarım.
Her gün bu sayfada boş gevezeliklere katlanan dostlarım.

Sizce de toplumda bir suskunluk göze çarpmıyor mu?
Sanki günden-güne kaplumbağa gibi kabuğunun içerisine saklanmıyor mu?

Bak bu benzetmeyi yapınca, birdenbire yine aklıma -vatan haini- Nazım Hikmet’in dizeleri geliverdi.
Ne’mi diyordu dizelerinde Nazım Hikmet;

“Akrep gibisin kardeşim.
Korkak bir karanlık içindesin akrep gibi
Serçe gibisin kardeşim,
Serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
Midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarsın maalesef.
koyun gibisin kardeşim,
Gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve adeta mağrur koşarsın salhaneye
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani
hani şu derya içre olup,
deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende
Ve açsak, yorgunsak, alkanlar içindeysek eğer
ve hala şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin
-demeye de dilim varmıyor ama-
kabahatın çoğu senin be kardeşim.”

Çoooookk-çok geçmiş zamanlarda böyle diyor şair.
Bu dizeleri yazdığı zamanlarda ne kadar haklıydı bilemeyiz!

Ama bu şiiri günümüze uyarlayacak olursak;
Vallahi bu dizeler, daha çok bugünleri anlatıyor gibi geldi bana…
Yani günümüze daha uygun düşüyor ve ‘cuk’ diye oturuyor gibi geldi bana…
Her neyse…

Söze şuraya getirmek istiyorum;
Bildiğiniz gibi şu sıralar ardı-ardına ve cayır cayır ormanlarımız yanıp tutuşuyor…
Ormanlardan sorumlu ve -atama yoluyla gelen- ilgili Bakanımız ise gayet rahat…
Gayet sakin ve relaks…
Ve yüz ifadesinde (yapmacık ve rol icabı da olsa) hiçbir üzüntüye yer vermeden, toplumu ikna edecek yalan-yanlış bilgiler veriyor…
Eh, nasıl olsa yiyende-yiyor!

Sayın Bakanımız ne’mi diyor?
Ne diyecek; aslında ne dediğini o da bilmiyor…
Bir gün; “Yangını söndürecek uçağımız yoktu” diyor.
İkinci gün; “Uçaklar arızalıydı” diyor.
Üçüncü gün; “Uçakların motoruna kuşlar yuva yapmış” diyor.
Dördüncü demecinde: “Türk Hava Kurumu bizi uçak vermedi ve bu kurum siyasete malzeme oldu, muhalefet partisinin aracı kurumu haline gelmiş” diyor…

Ve gazetecilerden de kimsenin aklına şu soruyu sorma gelmiyor;
“Türk Hava Kurumu, yangınları söndürmek için uçakları veya arızalıysa, bari Külliyenin uçaklarını kullansaydınız.” diye bir soru sormalarını açıkçası isterdim…
Ama sormadılar…
Veya sordularsa da ben ıskalamışım…

Fakat böyle bir soru sorsaydı gazeteciler muhtemelen ve haklı olarak da Sayın Bakanımız şöyle bir yorum getirirdi;
“Külliyenin ve Sarayın uçakları itfaiye düzeneği olmadığı gibi dünyanın en pahalı uçaklarını orman yangınlarının üzerinde dolaştıramayız; ne olur ne olmaz!” diye yorumlar mıydı bilemem!

Belki bana inanmayacaksınız ama…
Tarım ve Orman Bakanımızın bu konuşmalarını özel sohbetlerde ona hak verip övenler var inanın…
Hatta mutluluktan gerim gerim gerinen yalakalar var inanı bana…
Her neyse…

Sözü yavaş yavaş toparlayarak sonlandırmak istiyorum…
Sizlerde mutlaka duymuşsunuzdur ya;
Demokratik yollarla seçim kazanan üç Belediye’ye Kayyum Yönetimi atandıktan sonra şimdi de -duyduğum kadarıyla- üç Muhtarlığa Kayyum ataması yapılmış…
Normaldir!
Tam tersine aksini düşünmek anormaldir!

Çünkü bizler demokratik yönetimlerle ‘yönetilmeye’ alışık bir toplum değiliz…
Bizler daha çok;
Örfi İradelere…
Sıkıyönetimlere…
Darbe, Muhtıra ve İhtilal yönetimlerine…
Olağanüstü Hal ve KHK yönetim şekillerine…
Ve uzun süredir de Kayyumla yönetilmeye alışmış bir toplumuz!
Onun için pek yadırgamıyoruz!
Normal sayıyoruz…

Eh, örgütsüz toplum ve suskun toplum böyle olursa elbet sonucu da kaçınılmaz olarak böyle olacaktır…
Atalarımız boşuna dememişler ya;
“Eşeği süren osuruğunu katlanacak” diye…
Bizlerde bu hesap -bütün olup bitenler karşısında- ya sus-pus olup oturacağız!
Yada osuruk kokusuna katlanacağız!

Söz yine fazla uzadı…
Durun son sözü de Pir Sultan Abdal’a verelim…
Nasıl anlatıyordu yaşadığı dönemi Pir Sultan Abdal;

“Uyur idik uyardılar,
Diriye saydılar bizi
Koyun olduk ses anladık,
Sürüye saydılar bizi”

Aradan altı yüz yıl geçmesine rağmen galiba değişen pek fazla bir şey yok…
Siz ne düşünürsünüz onu bilemem…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?