TARİKATLAR BARİKATA DÖNÜŞTÜ!

TARİKATLAR BARİKATA DÖNÜŞTÜ!

Müslümanların aslî görevleri arasında mühim bir yer işgal eden “Allah’ı zikretme” olayının plânlı, düzenli ve daimi olarak ifası anlamına gelen tasavvufî  hareket ve bu işlemin yaygın ifadesi olan tarikat hadisesi, nefis tezkiyesine, terbiyesine ve olgunlaşmasına sebep olduğundan, Rıza-i Bari’ye vesile olur, bunun için de Müslümanları adeta melekler seviyesine yükseltir.

“İslâm’ın özü, çekirdeği ve esası” olduğuna hiç bir Mü’min’in itiraz edemeyeceği tasavvufi  ibadetler bir Mürşid-i Kâmil’in denetimi, teftişi, yönlendirmesi ve idaresi dahilinde ifa edilirse, elbette ki daha güzel ve daha verimli olur. Mürşid-i Kâmil’in “Edille-i Şer’iyye”  dahilinde kalan emir ve tavsiyelerine itibar eden ve tatbikatı bu esaslar çerçevesinde gerçekleştiren mürid hedefe daha kolay ulaşır ve amelinin semeresini ayan-beyan hisseder.

Dareyn Saadeti için böylesine “elzem ve ihtiyaç”  mesabesindeki bu olgu, tarihin akışı içinde ve bilhassa da son asır içerisinde gereğinden fazla istismara uğramış ve büyük ölçüde de işlevini kaybetmiştir. Ehil olmayan ve çoğu zaman da art niyetli sözde mürşitlerin denetimine geçen tarikat müesseseleri, amacının dışında kullanıldığından,faydalı olmak bir yana, adeta toplumun yüreğinde kanayan ve ilacı zor bulunan “müzmin yara” haline gelmiştir. Dergâhlarda zikir çektiğini, amel-i salih çerçevesi içinde görevi eda ettiğini var sayan çoğu iyi niyetli müridan ve muhibban kabul etmese de, bu böyledir; ne var ki, insanlara söz anlatmak kolay değildir. Bunları ifade ederken, istisnaların var olduğunu, ancak bu istisnaların yüzde iki veya üç nispetini geçemediğinden, fazla bir ehemmiyete haiz olmadığını da beyan etmek gerekir.

Cumhuriyetin ilanı ile birlikte, “İslâm’ın sosyal hayatın dışına itilmesi”, içtimai alandan uzaklaştırılması, vicdanlara, evlere, camilere ve kısmen de dergâhlara hapsedilmesi hadisesine tepki göstermesi gereken tarikat müesseselerinin lokal, göstermelik ve cılız itirazların dışında harekete geçmemesi o günlerden bu günlere akıllarda soru işaretleri oluşmasına zemin hazırlamıştır.

Daha sonraki dönemlerde İslâm’ın hayata yeniden yön vermesi için çalışmalarda bulunması, bunun için de siyasi sahada etkin olması beklenen bu kurumlar, maalesef bekleneni verememiş, hayal kırıklığına sebep olmuştur. Müslümanların  memleket idaresinde yeteri kadar söz sahibi olamamaları ancak böyle izah edilebilir.

 

İsimlerinin başında dolaylı veya doğrudan İslâm ibaresi var olan bunca tarikatların, cemaatlerin, dernek ve vakıfların, diğer sivil toplum kuruluşlarının siyasal tercihlerini tespit ederlerken, dînî hassasiyetleri ve kaygıları ön plâna çıkarmaları gerekir ve beklenirken; böyle değil de okullarını, dershanelerini, pansiyonlarını, öğrenci yurtlarını, dergâhlarını, ticaretlerini ön plâna çıkarmalarına ve bunlar üzerinden pazarlık masasına oturmalarına hangi akl-ı selim onay verebilir ki?

 

Dînî hassasiyetleri, hayatı yeniden iman esaslarına göre dizayn etme gayretleri , Müslümanları bir şemsiye altında derleyip-toparlama ve böylece dünyaya hak ve adaleti yeniden tesis etme çabaları  nedeniyle, yıllardır akıl almadık çile ve işkencelere tabi tutulan cihad hareketini değil de; maddi kaygılardan dolayı, “bâtıl zihniyetlere oy ve onay veren” kişi ve müesseselerin bilinçli ve şuurlu Müslümanların nazarında kaç kuruşluk değeri olabilir?

 

Kur’an ve Sünnet kuralları dahilinde hayat nizamı arzu eden ve bunun için gayret sarf eden  Müslümanlara destek olmak, cihad faaliyetlerine bizzat iştirak etmek, malları ve canları ile mücadele etmekle emrolunan insanların görevlerini yapmamaları bir yana, ayak bağı olmaları, engel teşkil etmelerini ve bunu mensubu oldukları tarikatın gereği, Mürşitlerinin talimatı olduğunu beyan etmeleri  İslâm’ca ve Müslüman’ca olabilir mi?

 

“Çirkin pazarlıklar ve kirli hesaplar” neticesinde, bulunmaları gereken yörüngenin dışına itilerek işlevlerini kaybeden, dolayısıyla Müslümanların mücadele azmini ve cihad ruhunu yok ederek pasif hale getiren tarikatlar barikat haline gelmişler ve sözde dergâhlar da Müslümanları narkozlama, uyutma, avutma ve oyalama merkezlerine dönüşmüş durumdadır.

 

Üzülerek, yüreğim yanarak ifade ediyorum ki, Müslümanları “uysal vatandaş-uslu çocuk” modunda yetiştiren; Şeriatsız, fıkıhsız, uydurulmuş, bid’at ve hurafelerle kuşatılmış, ılımlı bir dine razı eden;  gayr-i İslâmî  olaylar karşısında ilgisiz-alakasız bırakan; ibadet, dua ve zikirden müteşekkil bir din anlayışını dayatan ve kabul ettiren bir kısım tarikat, cemaat, dernek, vakıf ve bazı sivil toplum kuruluşlarının, bizzat yabancı eller ve yerli işbirlikçileri tarafından kurulduğuna ve yürütüldüğüne dair ciddi ve derin şüphelerim var.

 

İstisnalarını bir kenara ayırarak söylemek gerekir ki, bu günkü bozuk ve arızalı statüye dahil olan tarikat görünümlü bu barikatları aşamayan Müslüman, Allah’a ulaşmakta büyük sıkıntı çeker. Karşılaştığı problemleri İslâmî ölçüler içinde hal etmesi, edille-i şer’iyye’ye bağlı kalması gereken Müslümanlar; falan konuda şeyhim, mürşidim. liderim, üstadım ne söyleyecek noktasına gelmişse,(ki bunun örnekleri her tarafta mevcuttur) itikadî cenahta tamiri gayr-i kâbil arızalar vardır demektir.

 

Bu hal bile yanlış ellerde bulunan ve amacı dışında işlev gören tarikatların, İslâmın önünde nasıl barikat haline geldiklerini izah etmeye yeter de artar bile. Büyük tecrübeler ve deneyimler sonucunda söylenen ata sözlerimizden bir alıntı ile nokta koyalım: Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul-zurna az.

 

Selâm ve dua ile….

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?