ESKİDEN ÖĞRETMENİN İTİBARI VARDI ŞİMDİ BUNLARIN HEPSİ MAZİDE KALDI

ESKİDEN ÖĞRETMENİN İTİBARI VARDI ŞİMDİ BUNLARIN HEPSİ MAZİDE KALDI

Sevgili dostlar,
Değerli canlar,

Sizlerinde farkında olduğu gibi;
Daha 24 kasım Öğretmenler Günü tarihi gelmeden ben üç gün önceden ‘öğretmen konulu’ yazılar yazmaya çalışıyorum…
Ve -belkide- kim bilir; hiç gereği yokken siz değerli dostlarımın kafasını şişiriyorum…

Ama ne yaparsınız ki;
Serde eğitimcilik var..
Aradan kaç yıl geçerse geçsin;
Duygu pınarlarımız henüz kurumadı…

Onun için ne zaman bir ‘eğitim ve öğretmen’ sözcüğü duysam;
Birdenbire geçmişle-günümüz arasında bir köprü kurmaya veya geçmişte öğretmene verilen değerle, günümüzde öğretmene verilen değer farkını mukayese etmeye çalışırım…

Bizler (yaşımız geriği) Cumhuriyet döneminin ikinci kuşak diye ifade edeceğimiz Köy Enstitüsü mezunu öğretmenlerde okuduk.

Bizlerde daha sonra ‘Öğretmen Okullarından’ mezun olduktan sonra, köylerde kasabalarda kendi öğrencilerimizi okuttuk…

Şimdi bu iki kuşak arasında ‘öğretmen saygınlığını’ dürüstçe ifade edecek olursak; Bizi okutan öğretmenlere gösterilen saygı, bize gösterilen saygıdan biraz daha fazlaydı…

Sanım bizim dönemimizde bizlere gösterilen ‘saygıda’ bizden sonraki öğretmen arkadaşlarımızdan, meslektaşlarımızdan biraz daha farklıydı…

Yani demem o ki; hani Nasrettin hocanın fıkrasında “tavşanın, suyunun suyu” hesabı;
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana öğretmenlere gösterilen saygı günden güne tükeniyor ve azalıyor…

Tıpkı Atatürk değerlerinin -bile bile ve bilinçli bir şekilde- tüketilip dibe vurduğu gibi…
Veya tüketilmek istendiği gibi…

Şimdi ben burada desem ki;
“Atatürk döneminde öğretmenlerin maaşları mebusların maaşlarından daha iyiymiş”

Hatta dönemin Maliye Bakanı, vekillerin maaşının yükseltilmesini isteyince Mustafa Kemal Atatürk;

“Biraz yükseltin ama öğretmenlerin maaşını geçmesin demiş” desem…
Birileri çıkıp yine; “Hadi be atma…Belgesi var mı?” diyecek ama ne yazık ki ‘belgesi’de yok değil; var…

Üstelik ‘belgesi’ var; ‘var’ olmasına da…
Bunun ötesinde öğretmene gösterilen manevi saygının ötesinde ekonomik değerlerin verildiğini kanıtlayacak verilerde var…

(görselde sizlerle paylaştığım fotoğraf 1935 yıllarında Dereli’de öğretmenlik yapanların fotoğrafıdır.)

Yani sizinde gördüğünüz gibi ‘giyim kuşam, kılık kıyafetten’ daha iyi belge mi olur!?
Öz-güven içinde ‘öğretmen olmanın’ onuru içinde yürüyen bu öğretmenlerin duruşu ve yürüyüşü ‘belge’ değildir de nedir?

Atatürk döneminden (hatta onun ölümünden 1950’li yıllara kadar) öğretmenin aldığı maaşın alım gücü o kadar iyidir ki; evlenecek kızlar bile doktor, mühendis ve kaymakamla değil bir öğretmenle evlenmeyi düşlemekteydi…

Hatta bu konuda türkülere bile konu olmuştur;
“Öğretmene varamadım,
Naylon çorap giyemedim.
Muradıma eremedim.” diye türküler, maniler yazılıp düzülmüştür.

Bugünkü öğretmen sohbetimizi özetleyerek sonlandıracak olursak;
Eskiden öğretmenin toplum içinde bir yeri ve saygınlığı vardı…
Herhangi bir topluluk içine girdi mi; yediden-yetmişe herkes ayağa kalkardı…

Yaşı-başı, konumu nasıl olursa olsun;
Öğretmene danışmadan yol alınmazdı…
Yani adeta herkesin bir danışmanıydı…

Herhangi yeni bir iş girişimi mi yapılacak;
“Hocam bu konuda sen ne dersin?” diye fikri alınırdı..
Yani kısacası; eskiden öğretmenlerin her yerde, her platformda bir saygınlığı olduğu gibi, en yüksek mertebede bulunanlar bile öğretmenin karşısında yakasını iliklerdi…

Ya şimdi?
Ya günümüzde?

Bu soruların yanıtı bende yok…
Sizde varsa eğer;
Buyurun siz söyleyin…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?