KEL KAFAYA ŞİMŞİR TARAK

KEL KAFAYA ŞİMŞİR TARAK

“İki sınıf insan vardır ki, onlar düzgün olurlarsa toplum da düzgün olur; onlar bozuk olurlarsa toplum da bozuk olur. Bu iki sınıf insan ulema(alimler) ve umera (amirler) dır.” Hikmet dolu ve derin manalar yüklü bu cümle, efendimiz, önderimiz, örneğimiz, tüm zaman ve mekanların kutlu insanı Hz. Muhammed Mustafa (sav)’ e aittir; yani Hadis-i  Şerif’tir.

Ulema’dan kasıt; sadece tebliğ, davet ve irşadla görevli olanları değil; bunlarla beraber eğitim ve öğretimle görevli olanları da; umera’dan kasıt ise, yalnızca üst kademe idarecileri değil; bunların yanı sıra en alt kademeden en üst düzeye kadar tüm emir ve yetki sahiplerini kapsadığını belirtmekte fayda vardır.

Akl-ı selim sahipleri bilirler ki, umera sınıfı gerçekten büyük önem arz eder; zira insanların dünya ve ahiretini yakından ilgilendiren hüküm ve mevzuatı onlar tespit ederler. Ulema sınıfı da aynı oranda mühimdir; zira umera takımı bir anlamda bu insanların eğitiminden, rahle-i tedrisinden geçerler. Hal böyle olunca, söz konusu Hadis-i Şerif’in hikmeti ve önemi daha kolay anlaşılmaktadır. Kurban olduğum Peygamber(sav)….” Canım, anam-babam, her şeyim sana feda olsun Ey Nebi” diyenler ne kadar da haklıymış.

Ammâ ve lâkin, ulemâ sınıfının içinde bir taife vardır ki, onları bir adım öne almak gerekir. Ehemmiyetine, önemine binaendir ki, o taife o sınıf tebliğ, davet ve irşad ekibidir. Yani bu günkü tabirle din görevlileridir. Çünkü bizler iyi biliyoruz ve kesinlikle kabul ediyoruz ki, bu insanlar bizim dünya ve ukba kurtuluşumuzun sağlanmasında kilit rol üstlenirler, bu konulardaki tüm bilgileri onlardan öğreniriz, istikamet tespit ederiz.

Bu itibarla, bu zümre yetersiz olursa, gevşeme gösterirse, lakayt davranırsa, görevi bi-hakkın ifa edemez ise halimiz nice olur Müslümanlar? Söylememiz odur ki, bu insanlar başımızın tacıdır, gönlümüzün ilacıdır, üzerimizde emekleri vardır, hakları da pek çoktur.

Gelelim meselenin özüne: zaman zaman yapılan ve medyada da yer bulan bazı araştırma ve anketlere bakılırsa; dinimizin ana kaynağı, hayat rehberimiz ve bir anlamda da anayasamız olan Kur’an-ı Kerim’in mealini baştan sona kadar okuyan insanların oranı genel nüfus arasında binde bir veya iki; din görevlileri arasında ise binde üç imiş.

25-30 sene din görevlisi olarak memuriyet yaptıktan sonra emekli olan, sohbet esnasında Kur’an-ı Kerim mealini baştan sona kadar okumadığını itiraf eden birkaç tane insana bizzat şahit olmuşumdur. Hatta hiç değilse görevi icabı, küçük boyutlu da olsa bir tefsir, bir hadis-i şerif, bir akaid, bir fıkıh kitabını dikkatlice okumayan din görevlisi cemaatine neyi anlatabilecek? İş olsun diye göz gezdirilen bir ilm-i hâl kitabından öğrendikleri ile veya bazı insanlardan derlediği kulaktan duyma bilgilerle memuriyet hayatını bitirip, emekli olan bir görevlinin cemaati olsa olsa bu kadar olur!

Halimizi görüyor musunuz Müslümanlar?  Yaşadığımız İslam ile Kur’an ve Sünnette mevcut olan İslam arasındaki farka bir göz atın diyeceğim, ama bu iş nasıl olacak?  Bid’at ve hurafelerin arasında kaybolup giden bilgi kırıntıları kimi ve nasıl kurtarabilecek?  Diyeceksiniz ki, “bizim niyetimiz iyidir, bildiğimiz kadarıyla dinimizi yaşıyoruz.”  İyi ama bu yeterli değil ki. Bizim görevimiz dinimizi bildiğimiz kadarıyla değil, emr olunduğumuz gibi, olması gerektiği gibi yaşamaktır, öyle değil midir insanlar? Konuşsanıza…

Bunları ifade ederken, istisnaları görmezden gelemeyiz. Dini ilimlerle mücehhez, azimli, çalışkan, görevini hakkıyla eda eden veya bu uğurda gayret gösteren, meselenin farkında olan görevli kardeşlerimiz elbette mevcut; ama sayıları o kadar az ki, o kadar yetersiz ki, üzülüyoruz. Bu eli öpülesi, mübarek, muhterem zevat-ı kiramın sayılarını nasıl artırabiliriz, bunun önlemlerini nasıl alabiliriz? Bunları konuşmamız, tartışmamız, çareler üretmemiz lazımdır; bunlar ihmale gelmez.

Bunları neden yazdım? İzah edeyim: Yüce Dinimiz İslam’ın hayat bahşeden hüküm ve kurallarını, helâl ve haram hudutlarını, günah ve sevap kavramlarını, Cennet ve Cehennemi, Mizan’ı ve hesabı ve diğer dini ve dünyevi hususları insanlara tebliğ etmekle; insanları dine davetle, Müslümanları irşad etmekle şer’i ve mer’i kanunlara göre görevli olan kişilere dikkat ediniz.

Gündemdeki olayları yorumlarken, konuşurken diyorlar ki: “Zina zaten yapılıyor, var… Bu eskiden beri böyle gelmiş, böyle gidiyor. Zinayı suç saysan ne olur, saymasan ne olur?

Ülkemizde yaşayan gayr-i Müslimleri düşünmek gerekir. Bu bakımdan domuzun kasaplık hayvan sınıfına alınması gerekiyordu, alındı.Her şeyi eleştirmek zorunda mısınız ? Seni zina yapman için veya domuz eti yemen için zorlayan mı var? Reel politika denen olay vardır. Bu nedenle bazı gerçekleri görmek gerekir. Mesela ekonomi çarkının dönmesi için en azından enflasyon oranında faiz caiz olabilmeli…!!!  Diyaloga temel teşkil eden,  Yahudi ve Hristiyanların Cennete girmesi sizi neden rahatsız ediyor? Bırakınız onlar Cennet’e girebilsinler. Orası babanızın tapulu malı mıdır ??? !!!…”

Bu ifadeler ancak deli saçması olabilir. Müslümana, hele de din görevlilerine yakışmaz ve sahibinin itikad sistemini tar-ü mar eder. Onun için yorum yapmak veya cevap vermek abesle iştigal olur.

Herkes, ama istisnasız her insan Kur’an ve Sünnet ölçüleri dahilinde durumunu yeniden gözden geçirmeli, sıkı bir nefis muhasebesi yapmalıdır. Bu bir teklif, samimi ve iyi niyetle yüklü tertemiz bir öneri. Dikkate almak, kabul ya da ret etmek muhatabın işidir.

Yaşadığımız hayata, manevi cephemize, sosyal yaşantımıza, caddelere-sokaklara, sahillere-meydanlara, ulemaya-umeraya ibret nazarı ile bakınız. Her şey ayan-beyan ayna gibi ortada, yoruma ne gerek var. Böyle cemaatin böyle imamı, veya böyle imamın böyle cemaati olur; böyle milletin de böyle uleması, umerası olur vesselam. Böyle kilide böyle anahtar, böyle tencereye böyle kapak veya böyle başa böyle tarak; Her ne derseniz deyin, ama ben derim ki: Kel kafaya şimşir tarak.” Selam, Hakk’a tabi olanlara, Hakk’ın safında yer alanlara…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?