DİKTATÖRLÜĞE KARŞI ÇIKAN KARDEŞLER DEMOKRASİ İÇİN BİRLİKTE CAN VERDİLER

DİKTATÖRLÜĞE KARŞI ÇIKAN KARDEŞLER DEMOKRASİ İÇİN BİRLİKTE CAN VERDİLER

Üç kız kardeştiler…

Üçü’de diktatörlük yönetimine karşı yüreklerini kenetlediler!

Kendi aralarında yemin ettiler…

Bu ülkede demokrasinin yeşerdiğini görmeden ölmeyiz dediler!

Ama demokrasiyi göremeden bu dünyaya veda ettiler…

Hemde, hemde baskı ve şiddet görerek…

İşkence ve tecavüz edilerek…

Uçurumların başına kadar itilip, uçurumlara atılarak bu dünyaya veda ettiler…

Kimlerden mi söz ediyorum?

Durun, sabırlı olun söyleyeceğim!

Çünkü bugünkü sohbetimizin konusu öyle sıradan bir magazin konusu olmadığı gibi üzerinde düşünülmeden geçiştirilecek bir konu hiç değil!…

Toplumun uzun öykülerden hoşlanmayıp “Kısa kısa keste Aydın havası olsun” deyimini çok kullananların olduğunu da çok iyi biliyorum!

Ama kimse kusura bakmasın…

Kim uzun ‘yazılı sohbetlerden’ hoşlanmıyorsa, hemen şimdi burada yol yakınken ‘okumayı’ bıraksın; çünkü bugünkü sohbet konusu biraz uzun olabileceği gibi aynı zamanda bu ‘sohbet yazısını’ sonuna kadar okuyup bitirdikten sonra da üzerinde uzun-uzun olmasa da biraz birlikte düşünelim isterim…

Ve bu ricayı yaptıktan sonra da (şimdi zatı-halimde daha fazla cıvıtmadan) neyi anlatmak istiyorsak, konuya hemen girmek istiyorum… .

Sizlerinde çok iyi bildiği gibi “25 Kasım” tarihi epey zamandır; “25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” olarak kutlanıyor…

Eh, dünyada kutlanıyorsa; bizim ülkemizin dünya ülkelerinden geri kalacak hali yok ya,bu özel günü elimizden geldiği kadar başta kadınlarımız olmak üzere bizlerde kutlayanlardanız…

Bizim başımızda kelimiz yok ya!

Onun için bizde kutluyoruz…

Ve bir-iki gün öncenin tarihi olan; 25 Kasım tarihinde de birçok ilimizde sokaklara inerek ‘Kadına şiddeti protesto’ eden yürüyüş ve birbirinden farklı gösteriler yapılıp, sloganlar atıldı ve kadına yönelik “şiddet, baskı, tecavüze hayır” gibi sloganlar taşındı sokaklarda yüründü…

Örneğin, dikkat çekici bazı sloganlar şöyleydi;

“Katilleri Övmeye son”

“Boşanmayı değil, cinayeti engelle”

“Dünyada her şey kadının eseridir”

“Kadına şiddet insan haklarıyla ilgilidir”

“Şiddet Acizliktir”

“Şiddete, tecavüze ve yoksulluğa hayır”

“Çocuk istismarına hayır”

“Tacize ve savaşa hayır”

Şimdi bu birbirinden farklı ve haklı sloganlara kim itiraz edebilir?

Kimse edemez…

Üstelik etmemeli…

Ve üzerinde de uzun-uzun düşünmeli…

(Ama yüzlerce sloganın içinde hiç demokrasi talebi falan yok. Bu da demektir ki bizde demokrasi sorunu diye bir sorun yok!)

Ancak bir şeyi unutmadan düşünmeli diye düşünüyorum ben…

Çünkü bu “25 Kasım” tarihini “Kadına şiddete hayır günü” ilan edişinin de bir çıkış öyküsü vardır veya olmalıdır öyle değil mi?

Ki, vardır…

Hemde insanın içini acıtan bir öyküdür bu öykü…

Ne dersiniz?

Kısaca da olsa bir bakalım mı bu öykü nasıl bir öyküymüş?

Bakalım o zaman…

“Bakalım o zaman” diyorum demesine de,ancak şu çağda ve şu yeryüzünden bir türlü ortadan kaldırılmayan “Diktatörlük,faşizm, Krallık ve hükümdarlıkların” hala var olduğunu da unutmayalım.

Günümüzde hala böyle yönetsel güçlerin var olduğunu, hala hüküm sürdüğünü anımsattıktan sonra şimdi öyküye geçebiliriz artık…

Kuzey Amerika’nın güney doğusuna düşen denizin ortasında Dominik Cumhuriyeti denilen ve 10 milyon dolayında bir nüfusa sahip olan bir ülke vardır…

Bu ülke 1930 yılında Rafael Trujillo isminde bir askeri diktatör tarafından yönetimi ele geçirir ve tam 31 yıl Dominik halkına; baskı, zulüm ve gün yüzü göstermeyerek ‘Diktatörlük Yönetimi’ ile yönetir…

Ancak 1960 yıllarında ortaya demokrasi mücadele vermek için; Patria, Minevra ve Maria MİRABEL kardeşler öne çıkar…

Ve ilerleyen günlerde kocalarını da bu mücadelenin içine katarlar…

Bu üç kız, yani MİRABEL kardeşleri toplumun önüne geçerek ve gün geçtikçe demokrasi mücadelesinin halkası büyümeye başlayınca; diktatör ve yandaşları bu üç kız kardeşten gittikçe rahatsız olmaya başlarlar ve sık-sık tutuklanıp ve içeri atılırlar.

Mirabel kardeşler, serbest bırakılır-bırakılmaz tekrar bıraktıkları yerden demokrasi mücadelesine tekrar başlarlar…

Yani demokrasi mücadelesi vermekten asla ödün vermedikleri gibi ve aslada uslanmazlar!

Hemde öylesine garip tutuklanma biçimleri vardır ki;

Kendileri dışarı çıkınca, kocalarını tutuklarlar…

Kocalarını dışarı bırakırlar; üç kız kardeşi tutuklarlar…

Ve Diktatör Rafael 2 Kasım 1960 günü şöyle bir demeç verir; “Ülkenin en büyük sorunu Kilise ve Mirabel kardeşlerdir.”

Aslında bu yandaşlarına ve gladyatörlerine bir mesajdır!

Yani “En kısa zamanda bu üç kız kardeşi ortadan kaldır!”

Ve aradan 23 gün geçer, gelinir 25 Kasım gününe…

Üç kız kardeş, kocalarını ceza-evi ziyaretinden geri dönerken, diktatörlerin yandaşları tarafından arabalarından indirilir ve önce hepsine tecavüz edilir…

Daha sonra da, işkence ve sopalarla dövülüp öldürüldükten sonra bir uçurumun başına getirilerek uçurumdan aşağı atarlar.

İşte bu Dominik halkına adeta bir doping olur, fitili ateşleyen bir başlangıç olur ve halk kıyıda-köşede ayağa kalkarak,6 ay sonra bir suikastla Diktatör Rafael Rtujillo’yu ortadan kaldırınca ve iki yıl sonra da Diktatörlük ortadan kaldırılır ve demokratik seçim yapılarak Cumhuriyet yönetimine geçilir…

E, daha sonra?

Daha sonra takvim yaprakları 1981 yılını gösterdiğinde ise Latin Amerika Kadın Kurultayı 25 Kasım tarihini “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü” olarak ilan ediyor.

Bu alınan kararı da Birleşmiş Milletler 1999 yılında kabul ediyor.

Şimdi sohbetimizi sonlandırırken ben şöyle sonlandırmak ve kafama takılan şu soruları sizinle paylaşarak sonlandırmak istiyorum…

Bundan tam 57 yıl önce üç kız kardeş demokrasi mücadelesi verirken; hem mevcut devlet ve hemde o devletin yandaşları tarafından işkence ve tecavüz edilerek öldürülüyor…

Şimdiiiiiiiiiiiii!…

Gelin beni yalnız bırakmayın da birlikte düşünelim;

Bir evde ve ülkede demokrasi yaşam biçimine dönüşmüşse eğer; baskı, şiddet, tecavüz ve kadın haklarını ihlal diye bir olaya rastlanır mı?

Yasayı-masayı bir tarafa bırakalım; eğer bir toplum kadınla erkeği bir elmanın iki yarısı gibi düşünüyor ve ona yürekten inanıyorsa; bu kadına şiddet ve tecavüz ve kadını ikinci sınıf görme olaylarını yaşar mıyız?

O halde önce kadının eşitliği, özgürlüğü ve birlikte yaşanması gereken demokrasi üzerinde düşüneceğin de düşünüp, eğer o yoksa onu elde etmenin savaşanı vereceğiz tıpkı 57 yıl önce Dominikli üç kız kardeşin verdiği mücadele gibi ve ondan sonra da değerlerimizi birlikte kullanmanın ve yükseltmenin yollarını öğrenmeliyiz diye düşünenlerdenim ben!

Yani demem o ki; demokrasiyi ve insanca birlikte yaşama haklarını eğer yaşamın pratiğine taşıyamıyorsak;bizler daha çok (miting ve eylem olsun diye) sokaklarda daha çok eylem ve mitingler yaparız!

Hemde neyi isteyip, neyi aradığımızı bilmeden!

Son söz;

Teşekkürler sabırla okuyup bitirenlere…

Ve üzerinde emek verip düşünenlere!…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?