Şaban KARAKAYA
Şaban KARAKAYA
saban@giresungundem.com
EĞİTMENİMİZ BİR DİN ADAMIYDI ATATÜRKÜ ANLATIRKEN AĞLARDI
  • 0
  • 200
  • 19 Kasım 2021 Cuma
  • +
  • -

Günaydın sevgili dostlar,

Günaydın değerli canlar,

’24 Kasım Öğretmenler Gününü’ beklemeden;

Eğitim-Öğretim ve Eğitmen-Öğretmen konulu sohbetimize kaldığımız yerden devam ediyoruz…

Bugünkü sohbetimiz;

Bir ‘eğitmenin’ Atatürk’ün yaşamını ve mücadelesini anlatırken gözyaşlarına hakim olamadığını anlatmak istiyorum…

Ancak izniniz olursa;

Önce bu ‘eğitmen okulunun’ hangi köyde olduğunu…

Ve bu tasvire bağlantılı olarak da, anlatmak istediğim ‘eğitmenin’ kısaca niteliklerinden söz edeceğim…

Yıl; 1955-56 filan…

Nahiye: Dereli (o tarihlerde ilçe değil)

Köy: Nahiye merkezine 3-4 kilometre uzaklıkta olan Taşlıca köyü…

O tarihlerde Giresun-Dereli bağlantı yolu Taşlıca köyü üzerinden geçiyor…

Köyde 5 sınıflı ilkokul yok…

Sadece bir ‘eğitmen’ tarafından ve 3 yıl üzerinden okuma-yazma öğreten ‘eğitmen’ okulu var…

Yaşı kaç olursa olsun;

Okuma-yazma öğrenmek isteyenler ‘Eğitmen’ okuluna geliyor..

5 yıl üzerinden okuyup ‘diploma’ almak isteyenler, köye 3-4 kilometre uzaklıkta olan Dereli Nahiye merkezine gidiyorlar…

Köyde okuma-yazma öğreten ‘eğitmen’ ise aynı köyden olup;

Askerden sonra ‘Eğitmenlik Kursuna’ katıldıktan sonra eğitmenlik yapan; Mustafa YİĞİT…

Aynı zamanda köyün ileri gelen din adamlarından birisi…

(Ancak, eğitmenlik yaptığı sıralarda sakal bırakmazdı)

Ve bu ‘eğitmenimiz’ aynı zamanda yörenin en iyi saat tamircisiydi…

‘Eğitmenimiz’ diyorum…

Çünkü 5 yıllık okula gitmeden önce okuma-yazma öğrenmek için bende devam ettim bu 3 yıllık eğitmen okuluna…

Ve hem yaşım, hem de boyum çok küçük olduğu için;

En ön sıraya oturtmuştu bana ‘Alfabe’ yoluyla okuma-yazma öğretecek olan Mustafa YİĞİT eğitmenimiz…

Ki, hakkını teslim etmem gerekirse güzelde öğretiyordu…

Dış kapağı ‘Atatürk’ resimli ‘Alfabemizin’ içinde yazılı olan;

‘D’ harfinin önünde bastonlu dede…

‘Ü’ harfinin önünde üzüm…

‘U’ harfinin önünde uyuyan adam..

‘H’ harfinin önünde horuz…

Vesaire, vesaire…

Kısacası 29 harfin önünde harfleri -resim yoluyla- belleğimize kazıyacak olan resimlerle süslüydü ‘Atatürk Resimli’ alfabemiz…

Yazı defterimiz bitince çoğu kez baştan aşağı siler ve yeniden kullanırdık ‘yazı’ defterimizi…

Ancak şunu özellikle belirtmeliyim ki; ‘defterimizi siliyorduk’ diyorsam, bu normal bir silgiyle ‘sildiğimizi’ filan sanmayın…

Bizim ‘silgimiz’ şehirde satılan silgilerden olmayıp, giydiğimiz eski kara lastiklerin tabanından keserek ‘silgi’ yapardık…

Eh, silgi kara lastik tabanından olunca da, haliyle sildiğimiz defterin sayfaları da ‘kapkara’ olurdu…

Aritmetik defterleri ‘saman yaprak’ denilen sarı yapraklı olurdu…

Ki, bu defteri de ancak yine ekonomik durumu iyi olanlar alırdı…

Eğitmenimiz ‘Yazı Tahtasının’ önünde asla tebeşir bırakmazdı…

Ders anlatacağı zaman cebinden çıkarır, öğreteceklerini tebeşirle yazarak anlatır…

Ders bitiminde de tebeşirleri tekrar cebine atardı…

Hatta tebeşir hepten tükenince de;

Ya beyaz kireç taşları tebeşir olarak kullanılırdı…

Ya da beyaz çamurlar ‘tebeşir’ haline getirilip kurutulup tebeşir yapılırdı…

Ve tebeşir yokluğundan olacak ki;

Öğrencilerin en büyük suçu tebeşir hırsızlığıydı…

Hiç unutmam…

Eğitmeniz bir gün bize Mustafa Kemal Atatürk’ü anlatıyordu…

Anlatıyordu anlatmasına da…

Ancak bizim dünyamızın büyüklüğü;

Gezip-gördüğümüz köy ve yayla büyüklüğü kadardı…

Tanıdığımız insan sayısı da;

Köyümüzde ve yolda-izde kimleri gördükse sadece onlardı…

Yani kısaca demem o ki;

Eğitmenimiz Mustafa Yiğit, Atatürk’ü anlatırken niye gözleri yaşarıyor?

Gözyaşlarını bizlere göstermeden niye silmeye çalışıyor?

Tamam;

“Mustafa Kemal Atatürk, şöyle kahramandı, böyle kahramandı ‘kahraman’ olmasına da…

O, olmasaydı ülkemiz düşmanlardan kurtulmazdı” diye anlatıyordu anlatmasına da….

Bizim küçük dünyamızda dolaşan soru;

Eğitmenimiz Mustafa Yiğit’in anlatırken ağladığı bu adam kimdi?

Küçükte olsak, şunu çok iyi biliyoruz ki;

Bir kere bizim köyden değildi…

Belki karşımızdaki ‘Köknarlı’ köyündendir..

Belki Hisar köyü veya yan komşumuz Çalca köyündendir diye çocukça tahmini hükümler yürütüyorduk…

O yaşlarda ‘savaş’ denilen şeyin ne olduğunu bilmediğimiz içinde, çocuk aklımızla;

“Ağladığı bu kahraman kişi ya akrabasıdır veya da asker arkadaşıdır” düşüncesini beynimizde dolaştırıp duruyorduk!

Kısacası, o zamanlarda düşünemediğimi şimdi düşünüyorum da;

Dini donanımı olan…

Her yıl Kuranı Kerimi hatmedip ezbere okuyan…

Köyünde ‘Eğitmenlik’ yapmak için ‘Eğitmenlik Kurslarına’ katılan…

Ve tepeden-tırnağa dini inancı olan bir adam o günlerde Atatürk’ü anlatırken duygusallığına engel olamayıp ağlıyor…

Bugün en üst düzeyde eğitim görmüş…

Ve yine en üst düzeyde, en yetkili koltuklara gömülmüş olanlar, değil geçmişine saygı duymak; Atatürk’e küfrediyor…

Yalan mı?

Sizce de öyle değil mi?

NOT;

Sohbetini yaptığımız ve sözünü ettiğimiz ‘Eğitmen’ görselde paylaştığım saygıların en büyüğüne laik olan Mustafa Yiğit’tir…

 

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • ÇOK OKUNAN
  • YENİ
  • YORUM