MAYIS 19

MAYIS 19

Merhaba Sevgili Okurlar.

Eğer düşüncelerimi toparlayabilirsem bugün sizlere ortaya karışık bir yazı sunmak istiyorum.

Ramazan bereketi ile gelir diyoruz ve harbiden birçok sofralarda bulunan bereketler israfı ile gidiyor. Dilerim israfı olmayan hoşgörüsü bol olan bir ay olur. Hele de seçim arifesinde Liderlerimiz birbirilerini kırmadan, yerden yere vurmadan miting alanlarını coştururlar. Ah birde mübarek ayın hürmetine Müslümanların üzerine bombalar yağmasa. Filistin rahat nefes alsa diyeceğim ama mümkün görünmüyor gibi.

Neyse bugün 19 Mayıs

Hain olan “elma” mıydı, yoksa elmayı savunmasız çocuklara karşı kullananlar mı?

Çocuklar bilemezdi elbet. Bildikleri tek şey elmanın, elma şekerinin dayanılmaz tat olduğudur. Geçmişte de çocukları elma ile zehirlemeye çalışan zihniyet bugünde aynı zihniyet.

Çocukların öldüğü bir dünya da yarın hırslarınızdan başka bir şey kalmayacak elinizde ve hatta kim bilir kendi çocuklarınızdan başka zehirleyeceğiniz çocukta kalmayabilir diyecektim ki! Vazgeçtim. Çünkü artık çocuklar elmaya, elma şekerine kanmayacak kadar akıllandılar.

19 MAYIS RUHUNU YÜREĞİNDE TAŞIYAN GÖNÜLLER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN

Ne diyordu Cemal Süreyya

“ÖZLEMEK, ÖLMEK’ten 2 harf fazla be ÇOCUK”

Çocukların yaşamayı özlediği bir dünyada nefes almak ne kadar zor hale geldi.

Ölmek deyince aklıma geçtiğimiz ay kuzenini kaybeden İslam geldi. İslam Giresun Üniversitesi Edebiyat Fakültesi son sınıf öğrencisi. Geçtiğimiz yıllarda İslam’ın da içinde olduğu Üniversitesi Topluluğu ile çok güzel başarı dolu çalışmalara imza atmıştık. Kuzeni Mete henüz 21 yaşında sarı saçlı, maviş gözlü pırlanta gibi bir delikanlı. Kısacık ömründe herkesin gönlüne taht kurmuş adeta bir iyilik meleği. Birde yavuklusu varmış. Mete bir gün rahatsızlanır. Ablası ile birlikte Rize’de doktora giderler. Doktor muayene sonrası Mete’ye direkt olarak,

Bu zamana kadar neredeydin akciğerlerin iflas etmiş der. Hopa’dan Rize’ye kadar sağlam gelen genç delikanlı bir anda neye uğradığını şaşırır ve oracıkta yıkılır. Geri dönüş yolunda artık dermanı kalmayan Mete araç kullanımını ablaya devreder. Derken ileri tetkik için geldikleri Trabzon’da uzun süren bir yoğun bakım sonrası hayata veda eder.

Aslında ölmek için bir neden gerek ise neden bu nedeni tespit edenler insanı nefes alırken öldürürler.

Eskiden böyle durumlarda doktorlar bırakın hastaya hasta yakınına dahi böyle bir açıklama yapmıyorlardı. En kestirmeden ya yayla havası ya da deniz havası diyorlardı.

Şimdi düşünüyorum da;

Acaba Doktor Mete’ye ciğerlerin iflas etmiş dememiş olsaydı. Hastalığını daha değişik şekilde anlatıp ileri tetkik gibi oyalamalar içinde bulunsaydı ne olurdu?

Ömrünün en güzel baharında ölümü tadan “çocuk” yolun ışık olsun…

Kim bilir?

Sevenleri bu duruma alışır, hastalığı kabullenir. Acı çekmemesi için dua ederlerdi. Mete de hayata gözlerini yıkılmış bir şekilde değil de belki de ölüme espiri katar mutlu ölürdü.

Ha Mete’nin ölümü ha Filistin’de üzerine kurşun sıkılan çocuğun ölümü.

Nasıl ki yaşarken mutluluk insanların en doğal hakkı ise Hakka yürürken de mutlu yürümek en doğal hakkı olmalı.

Yoksa tıp niye var?

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?